17 Kasım 2008 Pazartesi

Unknown Artist - Track 13

ne alaka şimdi ben bilinmedik bi şarkıcının 13.ü şarkısını anlatmaya çabalıcam size demi? zaten amacımda o değil. bu bir hikaye. hikayenin başlığıda bu olsun dedim.

hikayemiz 21. yüzyıl türkiye'sinde istanbul'a boş umutlarla gitmiş bi gencin hikayesi. bu genç çocuk bi kaç yakının çağırmasını fırsat bilerek istanbul'a gitmeye karar verir günün birinde. lakin sonucu sınav öncesinden belli öss'den yeni çıkmış, aynı gece otobüse atlamıştır. yolculuk esnasında sabah soğunda feribotta nescafe-sigara içmiştir sigara yasağı olmasına rağmen. yolculuğunun kendince tek anlatılabilir yanı budur.
varır istanbul'a. tuzla da işçiler grev yapar. ilk soluğunu orada alır. izler işçileri, onların yanında duran insanları...

kalacağı ve çalışacağı (1 ay) yere döner. çalıştığı yerin bilgisayarında bi klasörle karşılaşır. unknown artist adlı. normalde yapmıcağı şeydir bilinmeyen şarkıcıların bilinmeyen şarkılarını dinlemek ama genede yapar bi değişiklik namına.

şarkı damardan girer. acıtır içini. ardarda onlarca kez dinler bıkmaz. buda yetmez mp3'üne atar. çalıştığı yerdeki herkese sorar kim olduğunu kimse bilmez.

film müziği olduğu bellidir. klasör içindeki 14 şarkıda birbirine benzer ama farklı şekilde yorumlanmış enstrümantel parçalardır çünkü. aklından "life is beautiful" filmi geçer. gözünde 1945 almanya'sı canlanır. yahudiler - soykırım - toplama kampları... tüm o 2. dünya savaşı filmlerinin gri ve soğuk tonları canlanır gözünün önünde müziği dinlerken. ağlayan bi çocuk, eski kıyafetler, küçük mutluluklar, yakınını kaybeden insanlar... ve buna benzer bir sürü artık "çoğu insan"a klasik ve olağan gelen görüntüleri görür.

şarkıya bağlanmıştır. akşamları eve dönerken sadece o şarkıyı dinler. lakin şarkı akşam dinlendiğinde etkisi dahada vurucu olmaktadır. ve bir gün evine giden yolda track 13'ü dinlerken ilk akşam 10'da şimdiye kadar gördüğü hiç bir mendil satan insanlara benzemiyen bi kadın görür, kadın muhtemelen 60 yaşlarına yaklaşmış görünüyodur, yanından geçer...

ardından sokak köşesinde oturan sokak insanlarını görür. yaşları 40 civarı olan amcalardan biri bi apartmanın duvarına işerken bir diğeride insanların bıkıp yada eskitip dışarı attığı bi koltukta kucağındaki sokak kadınıyla oturmaktadır.

sonrasında ise pavyonların olduğu sokaktan geçer, gözleri içerdeki kırmızıya kaçan tonların ve yoğun sigara dumanının sisi arasında makyajlı, göğüs dekolteli, iri vücudlu, saçları sarı veya siyah, ellerinde sigaralarıyla, gözlerinde alışmışlığın donukluğu ve sıkıntının boşluğu olan kadınları arar onca erkeğin arasından..

eve gider, track 13 hala dönüp durur. evdekilere selam verdikten sonra yatağına yatar.

ağlamaya başlar. kendinden, hayattan, istanbul'dan, dünyadan, insanlardan, betonlardan, arabalardan, odalardan, camlardan, perdelerden, gözlüklerden, yataktan, soluduğu havadan nefret eder. vücudu titrer. sarsılır. çocukken hiç suçsuz yere öğretmeninden yediği tokat gibi gelmiştir gördükleri.

aslında gördüğü şeyler hergün gördüğü şeylerdir ama müziğin etkisi alıştığı tokatlardan daha sert olmasını sağlar. cetvelle elinize vurulması gibi tıpkı.

içine işler bu olay ama herşey gibi bunada alışılır.

şarkıyı çok sık dinlememeye karar verir. ruh sağlığı açısından bunun iyi bi karar olduğuna kendini inandırır.

bi kaç hafta sonra bi arkadaşıyla mp3'ünü dinlerken track 13 çalar. tutamaz kendini sorar kim bu bi fikrin varmı diye.

-"hı hı evet, eleni karaindrou bu. The Weeping Meadow diye bi filmin müziği bu" der.

filmi izler. hissettiği kasvetli hava vardır ama beklediğinden farklı olduğundan çok aklında kalmaz film..



0 yorumbik: