13 Aralık 2008 Cumartesi

dışarıya dair



dantelli, tül perdenin arkasındaki, düz, bembeyaz, normal bir bez parçası gibi duran daha kalınca perdeyi aralıyorum. balkon panjurlarının arasından gördüğüm şey gecenin birinde rahatsızlık veriyor bana...

İnşaat...

boş, gri, penceresiz, perdesiz, ışıksız ve insansız bir inşaat... 
sessiz...

hatta çocukluğumda küçük dilimi yutmama sebebiyet verecek kadar korkunç adamın, buna benzer bir "inşaat"tan(hepsi birbirine benziyor gerçi) çıkmış olmasından dolayı, az da olsa ürkütücü...

bu soğukta dışarı çıkmak istedim. 

yağmur damlalarını önce saçımda, oradan anlımda sonrada burnumun ucunda hissetmek istedim. sigaranın çıkaracağı dumanın, soğuktan nefesimden çıkan buharla karışıp, uzun süre nefes vermeme sebep olmasını istedim. ayaklarımı terletip, boynumu sopa yutmuş gibi tutuk hale getiren, odanın kapısını açtığında gözlerimin soğuktan açılmasına sebep olan klimanın uyuz, sallanan sıcağından kaçmak için dışarı çıkmak istedim.

dışarı çıkmadan önce yapmam gereken, anahtarı arayıp bulmak, parmaklarımın ucunda sessizce yürümek, ayakkabılarımı giymek, kapıyı sessizce kapamak gibi bir sürü eylemi gerçekleştirmenin zorluğundan olsa gerek kolayı seçip, klimanın mavi tuşuna bastım...

dışarı çıkıp göreceğim şeyleri kafamda da yaratabilirim aslında. ama kilometrelerce yüksekten düşüp elimde dağılan su damlasının verdiği hissi hatırlıyabilirim, hissedemem... 

saçımdaki suyu azaltmak için elimi saçımda gezdirdiğimde, dahada küçülen su parçacıklarının havada uçuşup, boynuma, yüzüme, göz kapaklarımın üstüne değdiklerinde vereceği hissi, ancak suyunun ısınmasını bekliyeceğim banyoya girip yaparsam anlıyabilirim, 
ki yağmur damlaları hiç bir zaman sıcak olmadı...

-dışarı...

kendi ellerimizle düzenleyip kurduğumuz, süslüyerek-kokutarak-seslendirerek "yaşam var bu evde!" diye bağırtığımız günlük, kişisel hapishanelerimizden "dışarı"...

perdelerle, panjurlarla, duvarlarla, kapılarla, camlarl içlerine saklandığımız inlerimizden "dışarı"...

dışarıda ne var?

"hiç bişey" diyesi gelir, yıldızları şehrin ışığından değil, bakmadığından göremeyen, monoton yaşadığını düşünen ve herşeyi sınırlandıran insanlardan biri olsan... 

aynı evler, aynı sokaklar, aynı sokak lambaları, aynı dükkan tabelaları, aynı zemin, aynı beton... dışarısı bile sınırlı olurdu o zaman...

ölümden korkan insan, farkında olmadan yere yakın olmak istiyor. "çok azı" dışarıya çıkmak istediğinde "çatılara" çıkmayı aklına getirebiliyor... bunu aklına getirenlerden bazısıda yerin dibine girmek istiyor, böyle de bi ironi var...

dışarıda sadece "inşaat"ların arasında ya da şehrin ışığından kaybolan yıldızlar yok... dışarıda hava var...
soğuk var...
artık çoğu insanın, vücudunun her bölgesini kalın bi tabakayla kapatıp, yalnızca gözlerinde hissettiği soğuk var...

kapandıkça kaybolan, kayboldukça titreyen, titredikçe hızlanan insanlar kaynıyor dışarısı.

aynı zamanda dışarısı;

orman, ot, börtü, böcek, çiçek, temiz hava da değil artık...

dışarısı;
inşaat, beton, böcek, yapay çiçek, kanalizasyon kokusu ve soba bacalarından çıkan duman artık...

dışarıdan bize kalan tek şeyse "gökyüzü"...

ne kadar kirlenmiş olursa olsun, ne kadar görünmez hale gelmiş olursa olsun değişmicek tek şey "gökyüzü", dışarıya dair...

toprakta ölülerden, çok betonlar olmaya başladığından beri bu böyle...

genede herşeye rağmen;
i love to dream
and to feel everything... der "come up" şarkısında "devics"...

0 yorumbik: