1 Aralık 2008 Pazartesi

havada uçuşan tükürük parçalarındaki mikroplar

başlıktan anlaşılır mı anlaşılmazmı bilmem ama bademciklerim şiş. (şiş=iğne vb çağırışımlar)

olay 3 gün önce cumartesi gününde başladı. ders molasında dışarı çıkıp yan apartmanın sensörlü florsan ışıkları olan garajında sigara içmeye gittiğimde sigaradan daha nefes almadan yutkunurken boğazıma bi tad geldi.  tanıdık bi tad. çocukluk yıllarımdan beri hasta olmadan gelen tad bu tad. gün içinde ne yaparsan yap bi gün sonra hasta olurdun gerçi orası kaçınılmaz. o zaman neden yavaş yavaş vurur bu hastalık diye düşünmeden edemiyosun..
herneyse..

eve gidesiye kadar (3-4 saatlik bi süre zarfı bu) iyice büyüdü bademcikler. hani kabakulak olan insanların boğazları dışarı büyür ya yada guatrlıların herneyse işte benimkisi içe doğru büyüdü o süre zarfında. eve geldiğimde sanki boğazımın içinde bez parçası var gibiydim. boğulma hissiyle gözlerin şişmesi, kızarması, ağlama isteği, acıdan atılan çığlıkları (ineleme daha doğru kelime olurdu ama dramatize etme çabasındayım bugün)... vücudun kendi kendine işkence yapışı bu olsa gerek..

annemin acıklı gözleri, "gez biraz daha ince ince" ve benzeri sözleri, bol karabiberli, sıcak, otlu motlu kocakarı ilaçları...
yararsız...

3 gün 3 gece yapılan tek eylem ise yatmak. bugüne kadar hiç bir hastalığım 2 günden fazla yatakta tutmamıştı beni halbuki. 1-2 gün yatar sonra ereksiyon geçirmiş pipi gibi dinç olurdum ama ne hikmetse hala kendime gelemedim 3 gün sonunda. sebebini sabah anladım. 

ilçedeki ilk ve son hotel olan bi binaya taşınmış olan sağlık ocağına gittim. doktorların oturduğu yerlerde bi zamanlar yatakların, onların üstünde uyuyan, sevişen, kavga eden insanların olduğunu hayal ettim doktor ağzıma poşetini yırtıp çıkardığı tahtadan şeyi sokup ışıkla bakarken.

ilaçlarımı yazarken sorular sordu, ne okuyosun, nerden mezunsun, hangi dersaneye gidiyosun peki, çalışın çalışın-okumak güzeldir vb laflar, kafa sallamalar, küçük espriler, hemşireyle annemin gülmesi, hala ağlamaklı olan gerizekalı suratım, 3 gündür yatmaktan ağrıyan kemiklerim, şişmiş gözaltlarım ve dudaklarım, yeni yeni uzuyan saçımın düzelmicek bi şekile bürünmesi..

burdaki bütün eczanelerde şöyle bişey var: içi kolonya çeşitleriyle dolu damacana benzeri şeyler. böyle kolonya dolduruyolar bunlarla.  başka yerlerdede vardır büyük ihtimalle dikkat etmedim şimdiye kadar. bugünden sonra edicem. gittiğim eczanedede ondan vardı. adı şifa eczanesi. 30 m ilerde diye tabelası var sokağın başında. sabah mahmurluğuyla bu kadarını hatırlıyorum.
bide eczanedeki kızın monoton sesi var tabi. 
"sabah öğle akşam bi kere tok içiceksiniz, bunuda suyla karıştırıp içiceksiniz. falan filan"
ilaçların üstüne yazmış olduğu şeyleri tekrarlıyıp egosunu mu tatmin etmek istiyo yoksa görevimi yapıyorum ben bak mı demek istiyo yoksa sadece konuşmayımı seviyo anlıyamadım. 

çıktık annemle eve doğru gittik. hala yutkunamıyodum ama genede daha iyi hisseder gibi oldum. her nekadar temiz hava olmasada dışarıdaki hava, yorganımın altındaki osuruk kokusuyla ağız kokusunun karışımından oluşan kokudan kat be kat daha iyi olduğu ve iyi geleceği kesin.

eve vardık. annem dünden kalan kırmızı biberi bol (ne kadar acı o kadar hızlı iyileşme süreci sanki) mercimek çorbasını ısıttı. bende o sıra kristin asbjornsen sayesinde keşfettiğim filmi izlemeye koyuldum. factotum'du filmin ismi.
müzikleri güzel diye bi filmi izledim ilk kez işin komik yanı ama filmde güzel çıktı. tam hastayken izlenilcek filmler arasına girecek bi film. ama konum o film değil. sağlıklı bi kafadayken tekrar izleyip o zaman onun hakkında yazarım.

şuanda tek hissettiğim hastalık çünkü. tansiyonum inip duruyo. sanki beynim bi asansör, tansiyonda asansör içindeki bütün numaralara basan yaramaz çocuk.

yatmak isterken yatamamak, uyumak isterken uyuyamamak, haraket etmek isterken hareket edememek, kusamamak, öksürememek, ağlayamamak, inleyememek, gülememek, kediyi sevememek...

hastayken insanın yapabildiği tek şey hasta olmak ve buna içinden lanet etmek başka bişey değil. 

not: antiboyitiği icat eden kişiyi şimdi google'dan arıyacak kadar iyileşemedim ama bunları yazıcak kadar iyileştirdi beni antibiyotik. en azından nefes alabilmenin mutluluğu filan var içimde. kaburga kemiklerimin ağrısını hissedebiliyorum yani. 


0 yorumbik: