26 Aralık 2008 Cuma

Özeleştiriye Benzer Birşey

3 yıl. 1094 gün. 26280 saat. 1.576.800 saniye...

hepsi birbirine eşit olan 4 farklı rakam...

benim için bir anlamı var bu rakamların. belki tam bugün değildi ama bugünlerde bi zamanlarda olduğunu hatırlıyorum. soğuk günlerden, dedemin evinden, oruç tutan insanlardan vesaire vesaire...

türk telekomdan bi adam gelip alınalı 3-4 ay olmuş bilgisayara internet bağladıkları o gün çocukca bir sevinç yaşadığımı anımsıyorum. 

ne aptallık!!!

3-4 ayda 20'ye yakın  oyunu tükettikten sonra elinde tüketecek hiç bir şeyi kalmayan, hep daha fazlasını isteyen insan evladının yapacağı en doğal eylemdi bu. 

modemin ışıkları yanmaya başlamıştı, yanıp sönen ethernet ışığından sonra dsl ışığıda yanınca artık tamamdı. internet explorer açılabilirdi. google'ın mavi, kırmızı, sarı, yeşil renkli logosu görüldüğünde artık önümde sınırsız bir dünya vardı. reel dünya bir anda yok oluyordu. google'ın o'ları sanki bir kara delikti ve karadeliğe girdiğin anda nasıl zaman yavaş akıyorsa, bunda tam tersi bir şekilde zaman hızlı akmaya başlıyordu. ve karadeliğin diğer ucundan çıktıp, diğer evrene vardığında arkanda bıraktığın evren sadece küçücük bir kırmızı "x" işaretinden başka bir şey değildi. artık yep yeni bir evrendeydin. keşefedilecek yazılar, müzikler, filmler(normal olarak buna porno da dahil), fotoğraflar ve son olarak keşfedilecek insanlar vardı. 

tam da bu sırayla gitti intereneti kullanış biçimim. ilk önceleri google'dan (o dönem içinde bulunduğum durum sebebiyle) ideolojik şeyler araştırmaya başladım. e-book'lar indirip "okumamalar", forumlardaki koyu tartışmaları dışarıdan izlemeler, radikal gazetesini internetten okumalar bu dönemde oldu. aynı dönem içersinde gene ideolojik olan müzikler rapidshare'den inmeye başladılar teker teker. internet kotalı olduğundan normal filmler izlenmezdi. porno ise arada bir idi. lakin ideolojim beni cinsel anlamda da tatmin ediyordu o zamanlar. (ki insan bi amaç için birşeyler yaptığında bu durumun yaşanması normal - öss çalışan bir çocuk mesela) her neyse msn ve benzeri şeylerde o dönemde çok kullanmadığım iletişim araçları olarak kaldı. yani insanlarla tanışma meselesi daha ortalıkta yoktu. biraz hayalet gibi dolaşıyordu ortalıkta ama tanımadığın adamdan şeker alma zihniyetinden kaynaklanıyor olsa gerek, kimseye msn vermemeyi tercih ediyordum o dönem.

sonra başka şeyler oldu. x tuşuna bir gün içinde, yalnızca bir kere basmaya başladım. oda sabaha karşı oluyordu. o tuşa basılasıya kadar yanımdaki cisimler, insanlar, onların kokuları, sesleri, dokunuşları yok olmaya başladı. hiç birinin farkına varmamaya başladığım dönem hiç bir bilgim yoktu bu durumun nelere yol açacağına dair...

ardından insanlarla tanışma aracı olarak interneti kullanma durumu başladı. 

myspace... sanırım internetin hayatımdaki anlamını en iyi açıklayan isim bu: my space... (her ne kadar benim alanım şeklinde çevrilsede, ingilizcenin gözünü seveyim işte böyle kelime oyunları yapabiliyor)

myspace'le birlikte google'ın o'sundan geçtiğin diğer evreni kendine ait kılabiliyordun. işte burada başlıyordu bütün olay...

başka bir evrene geçmişsen eğer ve bu evrende (senden önce veya senden önce geçmiş o karadelikten farketmez) birileri varsa ve bu birileri seni tanımıyor, senin hakkında hiç bir şey bilmiyorsa işte bütün olay o zaman başlıyor...

insanın (en azından 17 yaşındaki ergen benim) hiç tanınmadığı bir evrende olduğunu idrak ettiği anda yaptığı eylemin adı: "ikinci kimlik oluşturma sanatı"nı uygulamaktan başka birşey değil.

tarih boyunca sürekli ikinci bir şans isteyen insan evladı ilk yalanı yarattı. yalanın kolay açığa çıkan birşey olduğunu anladığı anda, dini yaratıp yalanı yasakladı. cennet dedi, cehennem dedi, ölümden sonra yaşam dedi, reenkarnasyon dedi, tekrar diriliş, yeniden doğuş dedi. hepsinde de arz belliydi: ikinci bir şans, sıfırdan başlayabilme şansı...

hiç biri yeterli gelmedi. hiç birşey yeterli gelmiyordu zaten insana. ölümden sonrasıyla yetinemez olduğu anda kayığı, gemiyi, treni, arabayı, uçağı, uzay gemisini yarattı kaçmak için. başka bir "yerde" sıfırdan başlamak istedi bu sefer...

bu da yeterli gelmedi. işte o zaman interneti yarattı. şimdiye kadar en tatmin edeni bu oldu. çünkü tarih boyunca geçirdiği evrelerin hepsini burada yaşayabilirdi.

yalan söyleyebilirdi en başta. mimik yoktu, hareket, tepki, bakış, ses tonu... hiç birşey yoktu insana dair. sadece ve sadece 1 boyutlu bir yazı karakterleri ve smiley'lar vardı. 

yalan söylemeyi tekrar keşfettiğinde bu sefer kendi cennetini ve cehennemini yaratabilirdi. cennetteymiş gibi mutlu, cehennemdeymiş gibi acı çekiyor gösterebilirdi kendini. tek yapması gereken :) :( işaretlerini yazdığı yazıların sonlarına koymaktan başka bir şey değildi.

yalan söylemeyi, cennetini ve cehennemini yaratmayı öğrenen insan bu sefer bulunduğu yeri de değiştirebilirdi. kanarya adalarından birinde, büyük bir villada yalnız başına yaşadığını iddia edebilirdi artık. tek yapması gereken photosoptu bu sefer...

artık sıfırdan başlayabilirdi. 

"oturum aç" diyerek 2-3 saniye önceki insana dair hiç bir şey bırakmayacağını sandı insan. yeni evreninde gezegen gezegen dolaşabilirdi. myspace vardı, facebook vardı, manjam vardı... vesaire....

farklı farklı hesaplar alıp 3 tane, 4 tane hatta yüzlerce farklı benliğe bürünebilirdi artık. 

bir kere değil on kere sıfırdan başlayabilme şansı eline geçmişti insanın... ama bu da yetmedi insana. 

bir de öbür evrendeki yansımasını görmek istedi karşısındaki insanın. tanıştıktan saatler, günler, aylar ya da hiç farketmez ama bir zaman sonra karşısındakini duyumsamak,  görmek, duymak, koklamak geldi içinden insanın. en başından beri istediği en "insani" şey buydu belkide . o yüzden karşılıklı "x" ya da tuşlarına bastıktan sonra görüşmeye başladı insanlar. elinde veya gömleğinin cebinde kırmızı karanfillerle dolu insanlar doluştu belirli noktalarda, cafelerde, barlarda vesaire... 

artık sıfırdan başladığın evrende değildin ve herşey gerçekti. hiç birşey 1 boyutlu değildi ve boyutları aşacak şeyler vardı.

ancak insan diğer evrende bu kadar zaman geçirdiğinden dolayı bütün duyularını körelttiğinin farkına varmadı. 

konuşamıyordu artık, duyamıyor, dokunamıyor, dokunsa bile hissedemiyor, baktığında sadece iki gözü, iki kulağı, saçları ve benzeri olan bir insandan başka bir şey göremiyordu. 

bu iki insan bir aşk yaşamaya başlarsa eğer, internet dışında en rahat iletişim kurabildikleri yol telefon mesajları oluyordu. lakin yazarak kendini ifade edebilme yetisi diğer evrende tek kullanılan yoldu.

biten ilişkilerde ya msn ya da mesaj üzerinden oluyordu. 

insanlar delete tuşuyla silinecek kadar basit "şey"ler olmuştu artık. bir anda yeni evrendeki hayatına sokup, bir anda çıkarabilirdin...

neden bunları yazdığıma gelince. 

internetten yeni insanlarla sık sık tanıştığım bir dönemdeyim, dönemdeydim. bu evreni idrak etmem 3 yılımı aldı sanırım. aslında 3 yılın sadece şu son 1 ayında idrak edebilme yetisini kazanmaya geri başladım sanırım. 

"geç olsun, güç olmasın" lafı, şu durum için "4 kelimeden ve bir virgülden oluşan tümce" den başka birşey değil.

lakin sevgi, mutluluk, üzüntü, ağlamak, nefret etmek, kıskanmak, değer vermek gibi duyguları, ancak bir karikatürü okurken alabileceğiniz kadarını veren internetle 3 yıl boyunca içli dışlı olan "ben", bir çok şeyi kaybetmiş haldeyim. 

artık hissedemiyorum.

aşk, sevgi, arkadaşlık, nefret, kin gibi yukarda bahsettiğim ve bundan başka hatırlıyamayıp yazamadığım bir çok duyguyu, gerçek dünyadayken hissedemiyorum artık...

bu hiç bir zaman hissetmiyeceğim anlamına gelmiyor, biliyorum. yani umudum var benimde.

pandoranın kutusundan yayılan kötülüklerin arasında çıkan tek iyilik olan umuda inanıyorum en azından.

lakin sigara gibi internette hayatımdan bir çok şey aldı, bir şeyler vermekten çok... (verdiği şeyler ancak filmler ve müzikler olabilir, bir de bir iki insan)

öss, aile ilişkileri, tabi en başta duygular... bunları aldı.. vesaire...

her neyse.

buda bir özeleştiri yazısı olmaktan çıkarken toparlamış oldum az da olsa..

şimdi, Manathan'daki apartmanlardan birinde olan dairemin penceresine doğru ilerliyeceğim, bir puro yakıp, elimede viski alacağım, ardından su yatağıma yatıp uyuyacağım... lakin yarın Mars'a bile uçabilirim bu kafayla.... bu evrende....

0 yorumbik: