22 Ekim 2009 Perşembe

ben bugün vicdan yaptım

ihtiyacımız olan şeylerin başında "oğlum bak" lafı geliyor. "oğlum bak"ı önce acındırmayla yıkayıp, pek alakasız sevgiyle doğrayıp, kaynayan "maddi durum" un içine atıp, üstünü vaatlerle kapattıktan sonra biraz beklediğimizde hazır olan yemeğimizin tek şeyi eksiği "annen tanımadığım insanların evine ütüye gidiyor" tuzu oluyor.. onu da attıktan sonra servise hazır...

tuzu fazla kaçmış, insanın açlıktan umursamamaya çalıştığı ama yedikçe üzerine bardak bardak su içtiği iftar yemekleri gibi, bu yemeğin de sonunu getiremiyor insan... her lokmada insanın içi yanıyor.. dilin tahriş olurken, konuşmalarına sessizlik gasp edip ardından tecavüz ediyor...


boyatalı 2-3 hafta olan saçlarının diplerinde beyazlar imparatorluğu hüküm sürerken annem, bankacı, işinde soğuk ve disiplinli, evinde ise kocasına karşı yapmacık bir sıcaklığı olan, siyah saç boyalı, beyazları daha çıkmayan, elleri kemikli, siyah takım elbisesinin altına, annemin ütülediği eteğini giyen kadın, anneme para veriyor... sonra geniş oturma odasına geçip, televizyon izliyor.

sonra....

sonra, rüyalarımı hatırlamadığım gibi, nereye harcadığımı hatırlamadığım paralarım, bir bakkal amcanın elinden, evinde stv izleyen bir kadına para üstü oluyor... 1 günlük tutulan zoraki orucun ardından nefisi kırılan ben ise, para istiyorum, bana para verirken mutlu olan annemden... herkesin mutlu olduğu o anın bir geçmişi olmasa ya da hafızalarımız,  sonunda öldürüleceği yer olan "kolumun üstü"ne, tekrar tekrar gelen bir sivrisineğin ki kadar olsa, o zaman bütün bu olayların sonrası olan "vicdan" olmazdı.

cezasını çekip, serbest bırakıldıktan sonra, gittiği her yerde hor görülen bir sabıkalı tecavüz suçlusu gibiyim... hor gören bir benim kendimi, yada beni bilen herkes....

bakkala sigara almaya giderken gördüğüm tombul, büyük memeli, kalın bacaklı, minik ayaklı, güleç suratlı teyzenin yaşadığı sorunlardan farksız değil sorunlarım... belki televizyona çıkıp, allıııaaahhh diye zıplayıp, esra ceyhan'a "sabri bey ne yapıyorsunuz?" cümlesini kurdurtacak, uçan adam (sabri), babası işte çalışırken parmağını kaybetti diye uçuyordur... çektiği vicdan azabının etkisiyle kendini çizgi romana veren sabri, her gün gördüğü babasının kopuk parmağını, onu zayıf düşürüyor diye kriptonit taşı sanmıştır... e kriptonit taşından etkileniyorsa, uçabiliyordur da... o da gerçeklerden kaçarken tutunacak bir şeydir işte bıyıklı sabri için...

benim ise ne loto kazandığımı gördüğüm rüyalarım, ne de yaşadığım hayatı farklı yorumlamama sebep olacak hayali kahramanlarım, ne çizgi romanlarım, ne de mitolojik hikayelerim var... sahip olduğum tek şey gerçeklerden kaçmak isteyen ve bunu algılayan beynim... öyleki kendini algıladığını bile algılıyor...

bir maymun zekasına sahip beynimde ise bütün bunların üzerine çıkıp, koskocaman bir ovada duran bir ağaç gibi göze batan "vicdan" kalıyor. yorgunluktan uyuyamayıp, her nasılsın soruma "iyiyim" diye cevap veren annemin, gözümün önüne gelen masum görüntüsünün ardından, tuvalete giden kirli, amaçsız, suyun üstüne çıkmayı becerebilen sidikli, çamaşır suyu gibi kokan bir döle benzeyen suratım canlanıyor gözümün önünde...

böyle bir görüntüden kaçmak için yapılacak olan değişiklikler bencilliğe ne kadar uzak, ne kadar yakın?... bu sorunun cevabı, hulk'ın yeşile döndüğü zaman şeyinde kıl var mı sorusunun cevabı kadar gereksiz ve anlamsız...

ortada bir vicdan var, ve bu vicdanı biri evlat edinip, yaşadığı hayatı değiştirmek zorunda... o zaman bende "gel bakalım buraya seni tatlı yaratık seniiiiğğğ..." diyeyim..

0 yorumbik: