21 Ekim 2009 Çarşamba

geçici başlık

çenemin soldan ikinci kısmındaki, çürümüş dişime baskı uygulamak için ağzımı sıktığım anda aklıma gelen düşünceler, dinlediğim şarkıyla paralel bir psikolojide. üzerime geçirdiğim babamın 15-20 yıllık hırkasından yükselen sigara kokusunu, burun kıllarımı gıdıklayacak bir şekilde içime çekmemin, saçımı kaşırken yağlanan parmak uçlarımla yazı yazmanın verdiği rahatsızlık hissi gibi...

ağır bir "pazar günü filmi" izlemek istiyorum... bunu derken, aslında bu yazıyı okuyan bir kaç insandan öneri bekliyorum.


söylediğimiz her cümlenin altında, kuma gömüp, üstüne kovayla meme yapıp, pis pis sırıttığımız düşünceler, zorla açığa çıktıklarında, apış aralarına kadar girmiş kumların verdiği rahatsızlık hissini de beraberinde getiriyor. ben bunları düşünürken, doksan dereceyle birbirlerine birleşmiş iki apartmanın köşesinde oturan sokak insanları, şaraplarından bir yudum daha alıp(aslında yudum denemeyecek kadar dikerek içiyorlar), nefreti, sahteliği,  açlığı, bağımlılığı, sapıklığı, geceyi yani günahları gören gözlerine olan hakimiyetlerini biraz daha kaybediyorlar... gözleri bulanık günah keçileri...

bütün suçlarımı, ahlaksızlığımı, nefretimi, duygusuzluğumu, kabuklarımı, üzerine atmak istediğim bu kır sakallı, az saçlı, kahverengi tonlarındaki, yamalı adam, sağ omzuma binse, kulağıma bir şeyler fısıldasa... iyilik meleğim olup, teraziyi sağa kaydırsa... mezarıma gelip beni sorgulayacak olan meleklere alaycı bir şekilde de gülsem, "ağzı şarap kokan bir meleğim var bakın" derken...

her gün mezarlığın yanından geçen ben, her gün bir ismi aklımda tutmaya çalışıyorum. ama ne isimleri ne de alakasız hicri tarihiyle yazılmış ölüm tarihleri aklımda kalıyor... aklıma gelenler isimlerinden çok bağımsız değiller tabi... hüseyin kızı fatma teyze mesela... (kesin vardır ve ben görmüşümdür)

fatma teyzenin, ruhuna el fatiha okunması gerektiği mezar taşına yazılasıya kadar yaptıkları, gözümün önünden geçiyor... yazları serin, kışları sıcak salonunda oturuşu, yatak odasının soğuk oluşu, sobanın kovasını boşaltmaya gücü yetmediğinden, soğuk günlerde evine klima taktıran oğluna şükredişini, sararmış dantellerini, tüpü bittiğinden rengi sol üst köşeden hafif yeşilleşen televizyonundaki seda sayan'ın söylediği şeylere hafif gülümesemesi, kulaklarının yapmaları gereken işleri yapmayıp, istifa dilekçlerini beynine vermelerine rağmen, gürültüden hoşlanmamasını, üst kattaki çocuğun gürültü yapışını, titreyen koltuğundan anlayışını, içinden üst komşudaki kıza sövmesini, mutfakta, masada, tek başına, sessizliği ancak çatalın tabağa değdiğinde çıkarttığı sesin bozduğu, (arada şapırdatarak da yiyordur) bitmek bilmeyen akşam yemeklerini, odasının duvarındaki, heybetli görünen kocasının resmine bakarken iç çekişini, her gece yatağa girerken ölümü düşünmesini, bunun için üç kuluvallah bir elham okumasını düşünmek, ölümünü anlamlı kılıyor.. 79 yıl yaşamış sonuçta.

"yetmiş dokuz yıl"... söylemesi çok kısa. kafamdan geçmesi ise, söylemesinden daha kısa.... yaşanan onca an, salise, saniye, dakika, saat, gün, hafta, yıl, 79 yıl... bitmeyecekmiş gibi gelen ama biten, bittiğinde de geride kalıp, ufacık, plüton kadar küçük (o kadar küçük ki gezegenlikten atılabilir) bir nokta olarak kalan bir hayat yaşamış... bir varmış bir yokmuş..

adı, görüntüsü, sesi, saç rengi, burnu, kokusu benim ve bunu okuyanların kafalarında oluşturduğu imgelerden ibaret olan bir varlığı öldürüyorum şimdi.

fatma teyze bir gün, televizyon izlerken fenalaştı. en sevdiği ve onun yakınlarında oturan oğlunu aradı. doktora gitti. teni ve saçı giydiği önlükten daha beyaz olan bir doktor, "yaşlılıktan" teşhisini koydu. hastahanede, ilaç ve serum kokularının arasında, ekşi, soğuk, ayaklarından başlayıp yukarı doğru çıkan bir ölüm yaşadı. son kez nefesini çekti ve gözleri açık, beyaz tavana baktı.

insan sonunun beyaz bir tavanla biteceğini düşününce, bütün gün, sonraki günün ödevini yapan öğrenciye "yarın okullar tatil" dedikleri zamanki öğrencinin yaşadığı buhranı yaşıyor...

sonumun ne at boku kokan bir durakta beklerken üzerime binen bir otobüsten, ne de hastane odasında tavana bakarken olmasını istiyorum... ölümümü seçeceğim ve ölürken bile mutlu gitmeyi düşünecek kadar aptal hissedeceğim.. çünkü sağ tarafımdaki melek sarhoşken, benim ayık kalmam demek, sola eğik yürüyorum demek.

"ölüm güzel birşey ve insan günde 1-2 dakika farkına varmalı"... bu yazının saçma sapan halinin sebebini de vermiş oldum, şimdi biri bana "pazar günü filmi" söylesin.

0 yorumbik: