27 Ekim 2009 Salı

önce kadınlar ve çocuklar

benim dişim bundan önce bir kere, kardeşimin benim saçımla "kınalı tahir dizisindeki alişan'ın saçı gibi, saçlarının önleri" diyerek dalga geçtiği, 99.5 frekansının izmir'de kylie minogue'un come into my world şarkısının sürekli aralıklarla döndüğü capital radio'ya denk geldiği (şimdi virgin radio), muhabbet kuşumuzun, eve getirilen kedi, sırf kafesinin yanından geçti diye kalp krizinden öldüğü zamanlarda çürümüştü... o zaman çektiğim acıyla başa çıkma yollarım, yanlışlıkla yuttuğunda boğazının altındaki bütün çakraların kapanmasına sebep olan, ısıtılmış sirkeyi gargara yapmak, suratının japon animelerindeki karakterler gibi şekilden şekile girmesine  sebep olan kolonyalı mendili dişime bastırmak filandı... hatta anneannemin dişime okumuşluğu bile var ki bu yöntem aralarında en işe yarayanıydı, ve anneannemin kucağında enseme doğru gelen pıfffff, tü tü tü sesleriyle diken diken olan tüylerim de işin güzel yanıydı...

şimdi gene çürüdü dişim. türkçenin saçmalığından mıdır bilmem ama öyle dediğim gibi, bir anda çürümedi.. bu sürecin arkasında bir geçmiş yatıyor ve o geçmiş öyle inkar edilecek gibi değil... doğru düzgün fırçalamadığım dişlerimden, alttakilerinden en soldan ikinci, azı dişi olduğunu tahmin ettiğim dişim, 6 ay boyunca maruz kaldığı sigara, kola, nescafe, bira kapağını artistik şekilde açmalarının sonucunda, ortası ve bir kenarı gitmiş, yıkılmak üzere olan bir osmanlı ya da bizans  kalesinin tek kalmış suru gibi öylece duruyor.. surun arkasında konaklanmış askerlerse geceleyin savaşa başlıyorlar... ağzımın içinde Üçüncü Dünya Savaşı gerçekleşiyorken bende onlara denizde patlayan bombalardan sıçrayan su efekti olsun diye tuzlu suyla gargara yapıyorum...

o ekşından heycanlanıyorlar olsa gerek, bir anlık dumur olma süreci yaşayıp, savaşmayı bırakıyorlar... tabi ki her savaşta olduğu gibi, en büyük acıyı önce çocuklar sonra kadınlar sonrada şehrin kendisi çekiyor..

neyseki bunlar dün gerçekleşti. taraflar karşılıklı mutabakat sonucunda biraz duruldular ama, beyni "amuna goduğumun gavırları" diye çalışan biri gelip, gece yarısı bir yerlere saldırmazsa bu böyle devam edebilir.. en azından öyle umuyorum ama savaşta da böyle gerizekalılar var işte, neyin ne olacağı belli olmuyor deyip, son bir kaç yazımda ad vermekten şimdi ad veremediğim alttaki paragrafa geçeyim...

havada uçan dişi kelebeğe bile asılıcak hale gelmişim onu farketti bugün bezelye beyin. (bu kelebeklerin dişi- güvelerin erkek olduğu gibi saçma bir kanısı da var ayrıca kendisinin)

karın izahına iki tane yumruk yapılmış el uzatılıp, "hangisinde" diye sorulan çocuğunki gibi iki seçeneği olduğunu düşünen bezelye beyine göre, seçeneklerinden biri "kendine yetmeyi" öğrenebilmek için kitabevlerinin "kişisel gelişim" adlı raflarının önünde bitip, "yüzde yüz enerji kullanma sanatı-mutluluğun bin sırrı-nasıl eblek suratlı bir herif oldum" gibisinden kitapları karıştırmakken, diğer seçeneği ise minik, kişiliksiz odasındaki yatağa oturup, bilgisayar vasıtasıyla film izleyebileceği bir varlık bulmak...

beynimin üçüncü seçenek olarak, bir hayali arkadaş yaratmayı becerememesi onun mendel'in incelediği güzelim bezelyelerle alakası olmayan sünmüş bezelyeliğinden kaynaklanıyor... halbuki mendel'in bezelyeleri gibi arı-dominant-resesif filan gibi bilimsel terimleri başına alabilse zaten, şimdi burada, şu saniye esnasında bu cümleleri yazmıyor olurdum...

bugünde suçu kusurlu evrimime atıp, doğal seleksiyon tarafından elenme korkusundan, mendel'e sesleniyorum. o rahip elbisenle gel bize, önce dişimi sonra beynimi araştır.. ardından sana banyoya girip çıktıktan sonra bir kapta vereceğim spermlerimde düzeltmeler yap ki çocuğumun beyni dominant-resesif-arı filan, dişleri de sağlamından olsun... öptüm rahip yeleğinin altından, başıma da koydum.. kal sağlıcakla.

0 yorumbik: