24 Şubat 2010 Çarşamba

Balinanın küçük dili.

Şeklini ayda bir değiştirdiğim odamda, iki duvarın birleştiği köşeye gözümü dikmiş, kafamdan yaşadığım şu son bir kaç haftanın görüntülerini geçiriyorum kronolojik sırayla. Kronolojik çünkü, hem söylemesi yazdıklarımı ilk kez okuyan bir insanda ben bunu yapmak istemesem bile, "kelime dağarcığı ve onu kullanış şekli geniş insan" izlenimi bırakıyor, hem de diyalektikçi amcalarımın dediği o neden-sonuç ilişkisini daha net görmemi sağlıyor.
"İnsan sosyal bir varlıktır." önermesi ayağımın altındaki yanma hissinin ayrı yumurta ikizi olan bir ağrının, göbek deliğimin 5 santim üzerine koşullanmasına sebep oluyor. Bu olurken, yalnızlığı mı yoksa sosyalliği mi daha çok sevdiğim sorusu, bütün orta öğretim ve ilk öğretim dönemlerinde, hocaların dikkatimi derse çekmek için sordukları zor soruların kafama takılması gibi takılıyor. Muhtemelen bunu da tıpkı o zamanlarda yaptığım gibi sınıftaki herkesten önce çözeceğim ve derse ilgimi kaybedeceğim. Bakalım.

Aslında anlamsız ama bir o kadarda düşünülmezse anlamsız olduğunu kavrayamayacağın bunca sorular yeni değil.  Yeni olan şeylerin %99 unu teknolojik ürünlerin oluşturduğu 21inci yüzyılda, sorular, onların cevapları, yaşanılan hayatlar, tüketilen maddeler, üretilen şeyler bir birinin aynısı yada eskinin bugüne uyarlanmış hali. Yeni şeyler olacağını düşünmek ise delilik. Delilik ise Kordon'da insanlar çimlerde otururken, elinde baliyle cilalanmış siyah bir poşeti balon gibi şişiren adamın, insanlara verdiği "beklenmedik hareket korkusu"ndan başka bir şey değil. O korkuyu görüp de ona ortak olmamak ise kendimi, tek başımayken yaptığımda kafamı bacaklarımın arasına alıp kokacak kadar sevdiğim ama insanların çoğu zaman hoşuna gitmeyen osuruğum gibi hissetmeme sebep olan bir şey.

İnsanların arasındaki ilişkilerin bana hiç bir zaman bu kadar hayvani gelmediğini farkettiğim şu dönemde, insanların, hayvanların en güzel özelliği olan başkasının hayatına müdahale etmeme özelliğini almaması ise ilk okulda, bok sarısı bir yün içliği, annemin zorla giydirmesi kadar rahatsız edici. O içliğin, giydiğin pantolonun paçalarından ya da belinden fırladığında sebep olduğu ağlama hissine, bahsettiğim o başkasının hayatına müdahale etme durumunun başıma geldiğinde tekrar kavuştum, bu da ayrı bir şey.

Ergen muammelesi görmekten çok, "senin için iyi olan" a başkasının karar verişi, bunu sana "yapılması gereken en doğru şey" olarak göstermesi, sanırım fazla samimilikten kaynaklanıyor diyor ve bir tür sosyalleşme sürecinde olduğum şu dönemde yaz-ama-dığım yazılara benzemesin diye bu yazıya da  son veriyorum...

Doğum günümde üzerine 20 tane mumun konulup, önüme getirilmeyen hayali pastamın üzerinde yanan minik alevlere üflerken ki dileği tutma hakkımı kullanıp: "Ey annemin kutsal doğurgan rahmi, lütfen her şeye aynanda sahip olayım; zaten çok olmayan yazma yetimi sosyalleştikçe kaybetmeyeyim!" diyorum içimden ve bana ilk "Ne dilek tuttun?" sorusunu soran adama da şunu söylüyorum:

"Bütün dünyada barış."

0 yorumbik: