9 Mart 2010 Salı

Blog kaydım başarıyla yayınlanmış!

Gecenin 12'sinde, arkama dönüp şarkı söylediğim sırada kaçırdığımı tahmin ettiğim son otobüsü beklerken, nufüs sayımlarının eksiden yapıldığı gibi yapılmasını istiyor insan. Bütün zombili filmlerin klişe görüntüsü olan o sessiz, boş, insandan ibaret ama insanın olmadığı caddeleri görmek, insana anne rahmini hatırlatıyor. Yağmur ise, plasenta görevini görüyor. Benim için yeni doğanlar ünitesi olan sabaha kadar gidip gelen otobüsten birine binip, insanlarla karşılaştığında ise, anne karnından çıkıp, Yunuslar durağında doğan bir şey olmuş oluyorsun. Kimse çığlık atmıyor tabi. Herkes öksüz. Ağlayıp çağıracak anneleri yok. 

Mesela pavyon kadını. Mesela yalpalayarak yürüyen sarhoş amca. Yada şöförün kendisi. Belki hiç biri, ama ben...
Bense bıyıklıyım. İnsanlar bana böyle söylüyor, beni öyle hatırlıyorlar. Aynaya baktığımda hatırladığım gerçeklerden biri bu. Bıyığım var. Onun yanında ise, uzamayan sakallarıma barınak sağlayan yanaklarım var. Benim çakıl taşlarım Kırmızı Başlıklı Kız'daki Kurt'un karnında. Kurt ise babaanne kıyafetleriyle ölüyor. Bütün bu gerçekler ise insanı derinden üzüyor. Bıyığı olduğunu unutan bir çocuk, hayatı boyunca gay ilişkilerin içine dahil olmamış ancak sırf babaane kıyafetiyle öldü diye dışarıdan "ben buydum aslında, toplum baskısı yüzünden intihar ettim!" gibi görünen bir kurt.

Bi de elma kurdu var. Onun acıklı bir yanı yok. En fazla bir insanın otuziki dişinin altısı, yarısını kopardığında acınabilir kıvama geliyor. Yarım kalan bir varlık oluyor sonuçta. Her ne kadar diğer yarısı, gittiği mide de bir tamlık hissi yaratsa bile...

Yarım kurt, yarım tost, yarım kalan varlıklar, tamlık hissi, tam, tam ötesi ve taşma.

Alaturka tuvaletlerin sifonunu her çekişimde kaçmam bu taşma korkusu yüzünden. O ihtimal. Tıpkı gireceğin sokağın başında havlayan köpeğin seni ısırma ihtimalinin verdiği hisle benzer. Ama köpekler arabalara havlıyor. Arabaların insanları kaçıran devasa robotlar olduklarını düşündüklerinden hemde. Bense o arabalara para verip biniyorum, belki köpeklere ölmek için içine girdiğimiz tabutlar gibi gelen, herhangi bir eve girip uyumak için. 

Uyudum. 

Rüyamda ise kıvırcık saçlı gerçek hayatta tanımadığım bir kız gördüm (bkz: the girl of my dream). Topladığı saçlarının uzun boynuna düşüşünü izledim. Boğazının bittiği yerin altındaki kemiklerin yarattığı gölge oyunlarını ve oradan gelen kokuları beynimde "önemli" adlı klasöre kesip yapıştırırken, ev arkadaşımın sesi işlemi iptal etti. Bütün taşınması gereken dosyalar ise, tıpkı gönderilemedi mesajını aldığımız mesajlar gibi evrende bir yerde kaldı. Nbr ya da slm gibi mesajların arasında kendini yanlız hissedebilir belki ama, rüyasının en güzel yerinde uyanan bir ben değilim neyse ki. Onu biliyorum.

Bir de "Where ignorance is bliss 'tis folly to be wise." ne demek, onu da biliyorum.

0 yorumbik: