31 Mart 2010 Çarşamba

Mimlenmiş tavan arası.

Gökhan abi hayatıma dair 7 şey yazmam için mimlemiş beni. Ben de sağ elimi göğsümün üstüne koyup, başımı eğip, "Boynumun borcudur abicim." dedim boynumun kime, ne gibi, nasıl bir borcu olabileceğini sorgulamadan... Sonrasında ortaya böyle bir şey çıktı:

1. Doksanların hit parçalarını daha repertuarıma sokmamışken, üç buçuk yaşında okumayı söktüm. İlk okuduğum cümle "Canlı" olmuş. Onu tam hatırlamıyorum. Ama çocuklar için edebiyat dergisi olan "Kırmızı fare"yi, onun kapağını, içerisindeki resimleri, Winnie the Pooh hikayelerini, yarılan gökyüzünü dikmeye çalışan terziyi unutmadım. 

Tıpkı o terzinin gökyüzündeki yarığı sonsuza dek kapaması gibi, okuma eylemi, benliğime kırmızı farenin attığı dikişlerle sıkı sıkıya kapandı.
İnsan okuyunca yazası geliyor tabi...

2. Sekiz yaşında babam gözümün önünde ölünce psikoloğa götürüldüm. Jenga'yı ilk kez orada oynadım. Kardeşimin yapabildiğinin aksine kendimi resimle ifade edemediğimi anlayınca doktor, günlük tutmamı önerdi. Ardından tersten yazılan, alt alta yazılan, alfabeki harfleri kendilerinden bir sonraki harfi kullanarak yazılan garip bir şifreli günlük çıktı ortaya. Annemin bir dakikada rahatça çözüp okuduğu...

Günlük tutmayı bırakmadım. Kardeşim de resim çizmeyi... 

İlk okul beşinci sınıfın sonlarına doğru kardeşimle roman yazma girişimimiz oldu. Dünyayı, anne ve babasını aramak için dolaşan iki kardeşi anlatan, ilk duraklarının Avustralya'nın iç kısımlarının olduğu, orada aborjinlerle tanışıp onların kültürlerini öğrenip, ardından başka bi yere geçecekken yarıda kalan bir roman... Kardeşim illustrasyonlarını yaptığı, benimse ansiklopedilerden araştırma yaparak kendimce daha bilgi verici bir hikaye yarattığımı sandığım 12 sayfalık, kayıplara karışan bir roman... 

Yani yazma eylemi, on parmağımın ucunda ve avucumun içinde yıllardan beri karıncalanmalara sebep oluyor.

3. Karıncalanmalara iyi gelen bir şeyi de o dönemde keşfettim. Beatles'ın 1962-1965 arasında yaptığı şarkıların derlemesi olan albümdeydi o şey. Ya da dayımdan merak yüzünden alıp dinlediğim Vivaldi'nin Dört Mevsim'inde. Geceleyin yazmayı bitirdikten sonra içine düştüğüm boşluğu, uykuya dalasıya kadar müzik doldurdu. 

Hala dolduruyor, müziksiz uyuyamıyorum...

4. Sabahleyin de zor uyanırım. Uykumun ağırlığı tartılabilse eğer terazinin diğer kefesindeki fili bile havaya kaldırabilir.

5. Sorumluluk bilincim ise tam tersi, karıncayla bile yarışamayacak cinstendir. Elde ettiğim her şeyi çabalamadan almış olmamdan kaynaklanır bu durum. Her hangi bir çaba sarf etmeden aldığım ve sonrasında ödüllendirildiğim yüksek notlar, girdiğim okullar, beni "arkadaşları" olarak gören insanlar, sevgilisi sanan kızlar, aldığım ilk öpücükler, ilk cinsel deneyimler, korkular, nefretler, üzüntüler...Hepsi... İsteyip istemediğimi elime geçtiğinde bile anlamadığım, buna benzer, emek sarfedilmemiş, o yüzdende piyasa değeri herkese düşük gelen, güzel şeyler.

Kısacası kaldırımda, amaçıszca yuvarlanıp giden hayali bir topun, arkasında bıraktığı izler.

6. Bir çok insanda bıraktığım izler gibi. İlk okulun her sınıfını farklı okulda okumaktan olsa gerek, geçici arkadaşlık durumuna alışmış durumdayım. Hatta insanlara çok katlanabildiğim söylenemez. İlişkilerim bu yüzden 3-4 hafta sürer, arkadaşlıklarım da yaşadığım çevreyi değiştiresiye kadar en fazla. Ancak hayatımda değer verdiğim dört kişinin (kardeşim, ablam, annem ve aysel) aksine, çevremdeki insanlarla fazlasıyla sohbet ederim. Tabi sohbetin benim için anlamı uzunluğuyla ters orantılı olur.

7. Çocukluğumdan beri ölümün insanlar üzerindeki etkisine, düzenli aralıklarla tanık oldum. On yedi yaşındayken on beş günlük cezaevi deneyimini yaşadım. Üç sene boyunca, eve kadın atan, şimdi varsa öbür dünyada vurdum duymazlık tanrısıyla yatan bir dedeyle yaşadım. On altı yaşında manik depresif tehşisini yedim. Ama anti depresan ilaçları içmedim. İki kere evden atıldım, üç kere sahte intihar girişimlerinde bulundum. 

Şimdiyse, 20 yaşımın ikinci ayında, şimdiye ve geçmişe baktığımda, konuklar arasında "pişmanlık"ı, "keşke olmasaydı"yı, "eğer değiştirebilseydim"i göremiyorum... 

Gelselerdi bile dansa kaldırmazdım onları. Belki şu arkadaşları kaldırırdım (PudraWereydaHuysuz ve Dibine Düşmeyen Armut) "Bu mim'i bana lütfeder misiniz acaba?" diyerek...

6 yorumbik:

Wereyda dedi ki...

Merhaba, yazını okudum ve sana kışlar hazırladım : )

Benim bu 'mim' olayından anladığım, olayın sence'sini açmak ve eteğindekileri dökmek olduğundan, işin içine kıyas girecek. Paylaşmış olduğun sarsıcı deneyimleri hayretle ve hatta korkuyla okurken diğer yandan çıkarımlarına ve itiraflarına haşyetle gülümsedim. Adımın geçmesi hoşuma gitse de bana yüklemiş olduğu izah mecburiyeti biraz sıkıntı yarattı. Yine de teşekkür ederim. İşine yarar mı bilmem de, dün izlediğim The Go-Getter'dan "ne kadar çok gidersen o kadar az kaybedersin" cümlesini cımbızladım sana. Pişmanlıklar, keşke'ler; hepsi adına tecrübe dediğimize mirpua. İşin sosudur diyebilmekse anlayabiliyor olmaktan geçiyorsa, insanoğlu o kadar da anlayışlı değil demek, özellikle de kendisine karşı. Emek sarfetmeden sahip olduğum dediklerine bunları dahil etmiyorsundur umarım, seni sen yapmışlar. İyi geceler.

Can dedi ki...

izah mecburiyeti yüklemek istememiştim, öyle hissetmene üzüldüm.

aksine şu yazdığın yorumbik daha bi mutlu etti beni. (:

cımbızladığın cümle ise işime yaramaktan çok hoşuma gitti.

sağol sadece.

pudra dedi ki...

sizinki kadar çarpıcı olmasa da davetinize yanıt verdim efendim:)
http://plastikdeformasyon.blogspot.com/2010/04/iade-i-mim.html

Gökhan dedi ki...

Can sen bi şeyler yazsana ya, uzun bi şeyler. elini korkak alıştırmadan, şöyle harıl harıl, uzun uzun. Öykü olur, roman olur. Ne biliyim bi şey olur işte. Çok güzel bi şeyler çıkacağından nerdeyse eminim yani, o derece.

Adsız dedi ki...

yazım tarsın çok güzeldi, dayanamadım paylaştım. http://ff.im/iHKjZ

Can dedi ki...

3-4 gündür internet kesikti. cevap yazamadım.

gökhan abi.

uzun uzadıya, harıl harıl birşeyler, "öykü yada roman" özellikle, şuanki halimle yapabileceğim bir şeymiş gibi gözükmüyor...

yapmayı düşünüyorum ancak, bunun farkında olmadan olmasını istiyorum daha çok.

sewimsizbilgin,

teşekkür ederim (: beğenmene ayrı, paylaşmana ayrı sevindim.