1 Mayıs 2010 Cumartesi

Film arası.

Dudaklarımın kenarında, geceleyin midemde mayalanan biranın, ağzıma çıkıp bıraktığı, hafif sidik, hafif ter kokusunu andıran, beyaz kurumuş tükürük artıkları var. Dişlerimin arasında ise, sabaha kadar çürüyerek, hassas dişlerime mikroplar salan patlamış mısır artıklarının küçülmüş ve yumuşamış halleri yatıyor.

Bütün bu belirtilerin gösterdiği gibi, geceden kalmayım. Eğlendim mi? Dışarıdan bıyıklı bir amca beni izlese  "Gençler eğleniyor..." derdi. Belki iç çekerek. Bir insana bunu hissettirebilecek kadar eğlendim. Nisanın mayısla sürtünmeli bir ilişkiye girdiği esnada, ben, üç gündür giyiyorum diye bollaşan pantolonumu tutarak, otobüse doğru koşturuyordum. Eve gelip, mutfağa can sıkıntısıyla yığılan yorgun bulaşıkları görmek, ev arkadaşlarının ilginç yüz ifadelerine tanık olmak, arsenikli çeşme suyunu içmek zorunda olmak, ayaklarının dışarı fırladığı kısa bir yer yatağına kıvrılmak ve onların bir sonraki hali olan "şimdi". 
Şimdi ben, klavyemin 4 saniye boyunca basmak zorunda olduğum "v" tuşunu kullanmamaya özen gösterirken, Tanrı'yı düşündüm. Cenneti. Bana sunacağı şeyleri. İçsel bir dua okudum sonra: "İnsanlardan kendi cennetlerini çizmelerini iste. Doğduklarından sonra çizebilecekleri..." diye. Eminim böyle bir şeyi yapsa, kağıdı boş kalacak tek tük insandan biri olabilirdim. Binlerce boyam var, ama hoca çizebileceğim bir konu vermediğinden kimseye, öyle durup kalıyorum. Kafamdan geçenlerin hangisini gerçekten sevdiğimi düşünürken, bir taraftan da dersin bitmesine 15 dakika kaldığını öğreniyorum. Gibi bir şey.

Bir şey ki, klitoris kesen bir makasa dokunmak kadar iğrenç, bir taraftan da nutella yediğin kaşığı kavramak kadar güzel...

Bir de "bugün 1 Mayıs. Neşeyle dolan insanlarıs." diye kafiye yapıyorum. Bundan 1-2 sene öncesinde ise, şu saatlerde yaptığım şeyi düşündüğümde, suratıma salak bir ifade yerleştiriyorum. İçinde, dışarıya bir şey kaçırmak istemeyen bir surat, dışarıya kaçırdığı şey ise, oluk oluk mallık.

Şu son haftalardan arta kalan bir kaç depresif kırıntıyı sindiremeyen mide asidim, artık midemi yakmaya başladı. 

Yazdığım yazılar günlükleşmeye, sıradanlaşmaya ve en önemlisi de bittikleri zaman bana tatmin vermemeye başlayan yazılara dönüştüler. Hal böyle olunca, yazılanların değerleri, bir fotoğraf karesinin değerini aşamıyor. Sonra Nate'in Claire'in kulağına fısıldadığı şeye kulak misafiri oldum: You can't take a picture of this, its already gone. 

Misafir de umduğunu değil, bulduğunu yiyor. 

0 yorumbik: