1 Kasım 2010 Pazartesi

Başlıksız

Sanki doğumundan beri benle idi. Bütün hayatını bildiğimi sanıyordum. Bütün hissettiklerini bile. Ne büyük, ne ağır bir yanılgı. Titrek sineklerin kanadını koparan rüzgar kadar sert, kanadı havada kalan sineğin yere çarpması kadar ağır. 

30 yıl yaşadı halbuki. Benden önce, koskoca otuz sene. Fotoğraf makinasının flaşından yüzlerce kez kamaştı yirmili yaşlarındaki gözleri, kulakları binlerce kez duydu o filmi kuran mekanizmanın sesini,  gülümsedi onlarca kez, poz verdi, nasıl çıkarım diye düşündü belki fotoğraflarda... Yanında ben yoktum elinde ilk tuttuğunda o fotoğrafları. Asla bilemeyeceğim ne hissettiğini, ne düşündüğünü, ne söylediğini... Bana kalan, bir tek, kırıntılar olacak. Hatırladığında yanağında beliren gülümsemesi olacak.

Ne acı gülümsemeyle yetinmek. Tanıdık bile gelmeyen onlarca yabancı yüz, onlarca mekan, yüzlerce ayrıntı oysaki ondaki. O gülümsemenin altında yatan saatler... 

Oysa benim geçmişim yok gibi. Çocukluk fotoğraflarım, onun için ne kadar uzaksa bana da o kadar uzak geliyor. O kadar silik, o kadar unutulmuş, kap karanlık... Taze beynimin ilk hafızaları... Ancak rüyalarımda hissedebildiğim...











Benim yirmili yaşlarımdaki fotoğraflarımda onun olacağı düşüncesi bile bu hissi silemiyor. Ben otuz o kırk olduğunda, aramızdaki on yıllık fark nasıl kalacaksa, onun bensiz yaşadığı o dopdolu on yıl da öyle kalacak, yaşlandıkça bile değişmeyen parmak izleri gibi...

Ölüm gibi keskin ve kesin. 

O hep, Ankara'nın, Londra'nın sokaklarında, ayakları üşümüş, elleri cebinde, belki kazağının etiketi ensesine batıp kaşınırken, belki tırnaklarının yanlarındaki etleri yemekten parmakları acırken, belki karnı açken, belki tamamiyle hiç bir sorunu olmadan, rüzgar yüzünü yalıyor iken yürümüş olarak kalacak... 

Ne mutlulukları, ne acıları, ne de sessizliklerinde benim olmadığım ve olamayacağım bir geçmiş. 

Bir varmış olan bazen hala var olmaya devam ediyormuş meğer. 

Meğer geçmiş zamanda yok olmuşum. Ya da belki yeniden doğmuşum. Ya da tıpkı inanılmayı bekleyen tanrılar gibi, onun bana inanmasını bekleyip durmuşum öylece boşlukta. Öylece karanlığın ve aydınlığın iç içe geçtiği, sesle sessizliğin aynı anda duyulduğu, belirsizliğin bile kesinlik olabildiği, dopdolu bir boşlukta bekleyip durmuşum gibi...

Altı ay öncesine kadar fotoğrafçı olmak gibi bir düşüncem vardı, yok oldu o çoktan. Ancak fotoğraf ne anlama geliyormuş, şimdi anlıyorum... 

0 yorumbik: