30 Kasım 2011 Çarşamba

Video.


İlk okulda, yaz tatilinde boyundan büyük işlerde çalışan çocuklardanım ben. Ailesine para getirmek için olanlardan değildim ama. Daha çok evde playstation oynuyacağına bir işe yarasın, kuvvetlensin, iş öğrensin, hayatın zorluğunu görsün, yada eve geldiğinde yorgun olacağından erkenden uyusun düşüncesiyle yaz tatili boşa giden o küçük kafalı küçük elli insancıklardandım. 

Şu anda baktığımda gerçekten acımasız geliyor o şekilde çalıştırılmak. Hoş dayımın yanındaydım ve o yüzden çok yüklenmiyorlardı bana ama ortamın benden ayrıklığını şu anda orda çalışsam ne kadar saçma kaçacaksa o kadar saçma kaçıcak derecedeydi.  9 yaşında, Beatles filan dinleyen, kitaplarla kafayı bozmuş bir çocuğu, İzmir'in haritadan silinmekle yüzyüze kalan ilçelerinden birinde, oto-elektrikçide, "Hayallerinizin buluştuğu nokta, Tam Doksan İmbat FM"in sürekli olarak çaldığı, sanayideki kahvehanesi anca megafondan bir şey istemek için kullanıldığından sürekli boş olan, ve bu yüzden 2 tane orta yaşlı amcanın vcd'den porno izlediğine tanık olmama sebep olan (işin komik tarafı ben içeri girdiğimde kapatmadılar bile ki bu ilk kez porno gördüğüm düşüncesini de beraberinde getiriyor), yaşadığım hayat ve içinde bulunduğum ruh halinden tamamen kopuk bir ortamda çalıştırmak, bana kalırsa kedileri eğitip sirklerde çalıştırmak kadar, hatta hamam böceği eğitmek kadar aptalca geliyor.

Aslına bakarsam yada bakarsanız, şu anda işte çalışmam da o kadar saçma geliyor. 

9 yaşında çalışırken, ilk haftalığımla, annemin, belki "artık işe göndermez beni bunu yaparsam" diye aldığım ve bütün haftalığıma mal olan karpuzun başına gelenlerle, şu anda çalışırken aldığım o günlük paranın başına gelenleri nedense farksız buluyorum.

Bisikletin direksiyonuna asmak gibi bir aptallık yaptığım, ucuz tansaş poşetini yırtıp tekerleğe takılıp, ardından beni düşüren ve sıyrımlış dizim ve elime giren taşlarla kalktığımda asla annemin bıçağı sayesinde güzelliğini gösteremeyecek bir şekilde kırılıp paramparça olan karpuzun başına gelenler gibi bugünlerde de kazandığım para boşa gidiyor hissine kapılmaya başladım.

6 aydır aralıksız denilebilecek kadar çalışmanın verdiği o monotonluk, o içinde bulunmak istemediğin ortamda olma hali (ki aslından gerçekten kötünün en iyisi denilebilecek bir iş ortamı) insanı o kadar depresifliğe itiyor ki, yazamadığım yazılar (şimdi ki gibi) yapamadığım işler, çalışamadığım dersler, izleyemediğim filmler, okuyamadığım kitaplar derken kendini eciş bücüş olmuş pinpon topu gibi hissetmeden edemiyorum.

Neyse ki insanın sevildiği gerçeği var. Mutsuzluğunu görünce "ne istiyosan yapalım" diyen bir sevgilisi var. Şanslı hissetmene yol açan, mutsuzluğuna katlanmanı sağlayan bir sevgili.

Eskişehir'e gitmek istedim. Tamam dedi. Trenle gidelim dedim. Tamam dedi.

Aldık bilet, gittik. Giderken de yukardaki videoyu çektim. Uzun zaman sonra güzel bir şeyler yaratabilmiş olmaya sevindim.

Tanrının gücüne erişmenin tadı damağıma ilk kez yediğim güzel bir yemek gibi geldi. Yada kulağıma çalınan güzel ve yeni bir müzik gibi.

Kısa ve öz, kaybolan, ama hissedebildiğini hatırlatan, insan olduğunun ayırdına vardırtan, varloşuna anlam veremediğin zaman, "anlam" kazandıran cinsten, bir varmış bir yokmuş bir tad.

Şu anda aynı hissi tadamıyorum, orası ayrı.

0 yorumbik: