15 Ekim 2012 Pazartesi

116'ıncı kayıt namına.

Bugünlerde, yıllardır içimde bilmeden yetiştirdiğim bir "edebiyat ineği", bildiğin İspanya'daki boğalar kadar kızgın bir şekilde sınıfı önüne alıp bodozlama derslere dalıyor. Boynuz darbeleriyle havalarda uçuşan 94'lü sınıf arkadaşlarımın nefretini kazanmam da, Posedion'un Jumbo çatal bıçak takımından aldığı üçlü çatalının ucunu yere vurduğunda yeri ve denizleri harekete geçirmesi kadar hızlı oluyor. Okulda yalnız kalmam ise, biraz daha ineklemem için fırsat yaratıyor ki, bu konudan hiç bir şekilde şikayetçi olduğumu söylemem.

Aslında hiç bir şeye şikayet etmiyorum bugünlerde.

Mesela derslerde sürekli olarak "edebi metinlere eleştirel yaklaşma" halleri olduğundan, buralar, okuduğum kitaplarla ilgili fikirlerle dolmayacak olsa bile, okuduğum şeylerin ve onlara yaklaşma biçimlerimin sözlüğüme gireceği gerçeği, nedense içimi, Dionysus'a tapan insanlar gibi kıpır kıpır ediyor.

Öykü möykü yazamayan bir adam olduğumdan, mitolojide yada eski ahitte öğrendiğim olayları kullanma konusunda da her hangi bir kısıtlama koyamıyorum kendime, yukarıda görüldüğü üzere. 

Bunca yıldır özenle kullanılan bu hikayeleri hoyratça kullanıp tüketmek azıcık rahatsız etse de, "blog"u "günlük" olarak kullandığım bilinci artık oturduğundan o sıkıntı hemen gidiyor. 
Bunca zamandır edebi bir şeyler yazabileceğim konusundaki inancım şimdi git gide azalırken, aynı oranda, edebiyat eleştirmenliğini yada sosyoloji yada felsefe teorisyenliğini daha iyi yapabileceğime dair inancım git gide artıyor. 

Bu inanç (aslında umut demek daha doğru) beraberinde yazma isteğimi getirmiş değil daha. Lakin, toyluğumu bana gösterebilecek onlarca insan var yakınımda. Sevgilime, yıllar önce okuduğu metinleri ona hatırlattığımda, benim 1 saat uğraşarak anlayabildiğim İngilizceyi ve öyküdeki göndermeleri 5 dakikada anlaması dışında, bir haftadır çalıştığım kitabevindeki eğitim durumu üniversite terk olan, 30 yaşındaki iş arkadaşımın, üniversitedeki bir çok edebiyat doktorunu dahi aşacak derecede edebiyat hakkında bilgi ve yorumlamaya sahip olması, falan filan, hepsi daha kurumamış bir kağıda yazmamam konusunda beni uyarmış oluyor. 

O yüzden, "Bir taraftan kalemimin ucunu sivrileştirip, bir taraftanda kağıdın kurumasını okul bitene kadar  bekleyeceğim." diyorum bugünlerde. 

O zamana kadar "Bu hafta bunu öğrendik, çok kafa açıcıydı." minvalinde yazılar yazarım buraya diye düşünüyorum ama 2008'den beri üç-dört kere yazdığım "geri dönüş gibimsi" yazıları hatırladıkça, konunun yazmaya geldiğinde net bir şeyler söylemenin aptallık olduğunu bilecek kadar büyüdüğümden dolayı, daha fazla saçmalama korkusundan yazıyı sonlandırıyorum.

İmza: Bu hafta aliterasyon öğrenmiş ama konu uygulamaya gelince, sıçtığı boku sıvayıp, saçmalayarak salakça bir son yazan Can.

0 yorumbik: