13 Temmuz 2010 Salı

Ellerim terledi.

Durağanlığın güzelliğini, insan hayatı hızlanınca fark ediyormuş. Otobanda hızla giderken, yoldaki beyaz şeritlere bir iki dakika bakabilirken, uzakta, ilerlemiyormuş gibi duran dağlara, köylere saatlerce bakmamız bu yüzden sanki.

O hızla giderken, arabanın camına çarpıp da can veren binlerce böcekten bahsetmiyorum bile.

Farkında olmadan değişiyorsun, değiştiriyorsun. Kimi şeylerse, kumsalda ayak izi bırakmak gibi. Dalga vurduğu anda eski haline geri dönüyor.

İşte son bir yıldır kumsalda yürüyormuşum meğer, çimlerde yürümeye başlayınca fark ettim. Ezdiğim her otun, eski haline dönemediğine, kırılıp toprağa yapıştıklarına tanık oldum.

İnsanın içini acıtıyor doğal olarak.
Sonra ağlıyorsun.

Ağlamak o kadar kolay değil. Yapım aşaması saatlerce süren bir yemeği sindirdiğin gibi, on dakikada sindirebiliyorsun.

Tadı ne kadar güzel olsa da o yemeğin, normalde yalnız ağlardım. Sebepsiz yere gelen o yoğunluğu, birinin önünde yaşayabileceğim düşüncesi, kendimi, düşündüğümden daha zayıf hissetmeme yol açardı.

Ama dün öyle olmadı... Dün, hayatımda ilk kez, biri benim omzumda değil, ben bir adamın omzunda ağladım.

Evet bir erkeğin, bir adamın omzunda ağladım. Tanrının Adem'le Havva'yı yarattığı heteroseksüel dünyada, kendi cinsinden hoşlanan bir neandertal adamı imişim, bunu ilk kez bu kadar net anladım... Başkalarına söylemeyi bırak, kendine itiraf etmesi bile yıllar alan bu durumu, şimdi buraya yazarken, ellerimin azda olsa titremesi şaşırtıcı değil o yüzden.

Ama hiç bir kaygı önemli değil. Suratının en çirkin halini aldığı, duygularının en savunmasız hale büründüğü o "ağlama" eylemi sırasında, karşındakinin yüzüne bakınca, çıplak omzuna kafanı yaslayınca  acının hafiflediğini fark etmek, hissedebildiğini hatırlamak, insan olduğuna inanmak, bütün o kaygıları, tıpkı bir sineğin elektrikli süpürgeyle çekilip, gene de canlı kalması gibi, bir anlığına çekip alıyor.

Annem böyle durumlarda, sineğin tekrar çıkacağını bildiğinden, elektrikli süpürgeyi balkona koyardı. Sinek o uzun borudan çıktığında dünyaya karışabilsin diye. Ya da en azından kendisini rahatsız etmesin diye.

İşte benim içinde, blogger'ın aylardır yazmadığım bu beyaz sayfası o dünya, şu siyah cümlecikler de süpürgenin içindeki sinekler oluyor.

Neyse ki parmaklarım elektrikli süpürge borusu kadar uzun değil...