14 Şubat 2011 Pazartesi

Dün doğum günümdü. Doğumumdan tam 21 sene sonraki o anın üzerinden 36 saat geçti. Ezer gibi değil, sıyırıp dikiz aynasındaki yansımasının küçülmesini izler gibi geçti. Azıcık korku, biraz yaşama içgüdüsü, biraz da olağanlık duygusunu bana bırakıp, geçti...

Bir de bademcikleri şişmiş sevgili bıraktı sevgililer gününde. Kültablasında poşet çaydan artan çöpe söndürülmüş sigara, rüya gören kedi, elektrikli soba sıcağından terleyen gıdı, onun saçından elime bulaşan yağlar vesaire... Hepsi bana uzun bir süre evdeyken çalma dediği "trouble every day"le uyuşuyor. O yüzden bugünde idare eder bir sevgililer günü.

Yarında 1 yıl aradan sonra başlayacağım okulun ilk günü olunca, art arda önemli günler yaşıyormuşum gibi geldi. O nasıl bir yanılsamadır yearabbiee! diye bağırasım geliyor. Bağırmıyorum. Otobüs durağında elinde onlarca poşet popkekle duran adama "evde bir tek bu mu yeniyor?" diye soramadığım gibi.

Pek bir şey yapamıyorum işin gerçeği.

Adı değişmiş Öss'nin başvurusunu kaçırmak gibi, sevgililer gününde jest filan yapmak gibi şeyleri hep düşünüp yapamıyorum.

Olur böyle şeyler canım, insanlık hali diyen insanlar da yok çevremde, o yüzden kendi kendime söylüyorum. 
"Olur böyle canım."

Oluyor da. Tıpkı sevgilim nasıl hasta oluyorsa, nasıl Marlboro paket değişip bir değişik oluyorsa, bu da oluyor. Unutuyorsun, kendine kızıyor, sonra da teselli istiyorsun.

Bana teselliyi verecek insan uyandı şimdi, ilk cümlesi "şu şarkıyı değiştir" oldu. Sigarasını yaktı, kediyi uyandırdı, kedi parmağını yalamadan önce saati sordu. Zamanın farkına aynı anda varınca yarın saat yedide uyanmam gerektiğini hatırladım.

Kızdım gene kendime ama teselli gerektirecek kadar değil.