3 Nisan 2015 Cuma


Şimdi bugün sabahın sekizinde nereden geldiğini anlamadan açıp dinlediğim şarkının oldukça öznel analizini yapıcam. Bu şarkının kime, nasıl bir çağırışım yaptığını Erzincan'da yaşayan Fadime teyzeyi siklediğim kadar sikliyorum ondan objektif yaklaşmak gibi bir niyetim yok. (Makale yazımında bu yaptığıma thesis statement vermek deniyor yani ana düşünceden bir iki cümleyle bahsediyorsun, ardından üç dört tane sinyal veriyorsun -öyle arabanın arka sinyali gibi değil- signal yani etimolojik olarak sign'dan türemiş kelime, Türkçe karşılığı tam ne bilemedim ama inceleme yazısı yazdığımdan bu dört sinyalin şarkının ilk dizesi ardından koro, sonra nakarat ve son dizesi şeklinde verebiliyorum.)

Şimdi derinden incitildim diyebilmesi için insanın, geçmişinde oldukça travmatik bir deneyim yaşamış olması gerekiyor. Bu gerekliliği sekiz yaşımda gözümün önünde ölen babamın yeterince, hatta gereğinden fazla karşıladığı konusunda ne Freud'un otuboku sik göte bağlayan psikanaliz yönteminin ne de komşumuzun 'içi şişmiş' minvalindeki yorumlarından oluşan kocakarı yöntemlerinin bir itirazı olabilir. Hatta şarkıda sonradan gelen mısraya tam olarak bir açıklama da getiremeyebilirler. Getirseler dahi öznel bir metinde bile onlara ihtiyacım olduğunu söylersem kendime ait sesi iyice kaybedeceğimin habercisi olacak ki bu da zaten bir sonraki mısrada anlatıcının 'terk ettim kendimi' derken ne demek istediğini anlatmam için bu metni okuyanlara biraz fikir veriyor.

Karakter ve kimlik denilen şeyler sınırlardan oluşuyor. Herkesin etrafında kilitli kapılardan oluşan duvarlar örmesi, her tanıştığı insanla güven ilişkisi kurmasının nedeni buradan geliyor. İncil'de Tanrının Havva'yla Adem'in bilgelik ağacından yediğini anlamasını sağlayan incir yaprağı ile kuku ve pipilerini kapattıklarından beridir bu böyle. Normal bir insanın hayatında da bu sınırlar babanın sana bağırıp tokat atması, annenin seni öpmesi, arkadaşlarının sana çelme takıp dizinde yara oluşturması gibi ufak tefek olaylarla belirlenirken, ikizimle benim durumumuzda bu durum böyle olmadı ve normalde uzun bir süre saklanılacak bir gerçeklik olan ölümle küçük bir yaşta oldukça grotesk bir şekilde karşı karşıya kalıp bir de üstüne anne figürü depresyona girip silikleşince kimlik denilecek şeylerden mahrum kaldık. Karaktersiz veya kişiliksiz insanlara dönüşmekten ziyade, hayatta utanç duyulacak pek bir şey olmadığını, kendimize 'özel' kılacağımız alanlar üretmeye dahi girişmeden, sanki bir kedinin kardeşlerinden birinin annesi tarafından yenildiğini gördükten sonra edineceği umursamazlıkla hayatımıza devam ettik. Ancak önüne engel konulmadığında  kendi engellerini yaratırcasına bizde sürekli olarak bir 'kendinin farkında olma' hali oluştu. Sürekli yaptığı eylemlerin sorumluluğunu iliklerine kadar hisseden, bazen aşırı düşünmekten Hamlet gibi hareketsizleşip bazen de bu hareketsizlikten sıkılıp fazlasıyla vahşileşip vücudunu yoran bipolar insanlara dönüştük.

Tanı yapmak işin kolay kısmı. Ama şarkının koro kısmındaki anlatıcının küçüklüğüyle ilgili dediklerini duyduğunda tanı manı pek sikinde olmuyor. Genel olarak her insan bu kısımla bağdaştırabilir kendini. Zaten o yüzden koro şeklinde söylenebiliyor bu mısra. Herkes küçüklüğündeki gibi kalmaz, herkesin anlatmaya utanacağı, yüzleşemediği daha temiz bir geçmişi vardır. Ya da geçmişindeki dünya şimdi yaşadığı dünyadan daha güzeldir vs. Ama insanların geneli bu minik kız/erkek çocukluklarını 12-13 hatta belki daha büyükçe bir yaşına kadar hayal edebilirken, benim için herşeyden habersiz, gördüklerini anlatamayacağım, anlatmaktan utanacağım, anlatırsan ağlayacağını düşündüğüm minicik halim gerçekten yedi yaşındaki Can'la sınırlı kaldı.

(Kendimi insanlardan farklı ve eşsiz göstermek için bir çabam yok. Aksine bana benzeyen insanların olduğu bir ütopya hayali kuruyorum ve buna en fazla ikizimle birlikte vakit geçirirken yaklaşıyorum. Zaten böyle bir şarkıyı yazabilen birinin olması da gayet yalnız olmadığımın göstergesi. Ama gene de öznel bir metin, o yüzden başkaları izleyici koltuğunda gösterinin bitimini beklemek zorunda.)

Nakarattaki hem üzgün hem de güçlü olan o ses benim dışarıdan görünen karakterimin özeti. Diğer insanlarla kurduğum ilişkilerde yakınlık derecelerini umursamadan herşeyimi açık seçik anlatmam, onlarda güçlü ve özgüvenli olduğum hissi yaratırken, duydukları şeyler de pek kendi deneyimleriyle örtüşmediğinden bir üzgünlük duygusu yaratıyor. İnsanların sürekli olarak beni hem imrenme hem de acıma duygularıyla bakabilecekleri bir şey olarak görmesine şaşırdığım da söylenemez o yüzden. Aslında bunun sebebi istesem bile hayatın bana çok da abartılacak şeyler yaşatamayacağını onlara anlatıp, bir ihtimal bana yardım edebileceklerini düşünmem. Yani ellilerine gelmiş bir kadının genişlemiş amının artık ufak siklerden haz alamamasına benzer bir şekilde, insanlarla girdiğim ilişkilerde deliğimin ne kadar büyük olduğunu gösterip, bana bir şeyler hissetirebilecek şeyler yaşatamayacaklarını göstererek ya korkutup insanları kaçırıyorum, yada denemelerine izin verip kendilerini yetersiz hissetmelerine yol açıyorum.

O kadar paragraf arasında yardım kelimesini sadece iki kere kullanmamın sebebi ise sadece gururumdan değil. Aynı zamanda insanlara pek yük olmak istemediğimden. Lakin ortada taşınacak ağırlıkta, uzay-zaman düzleminde yer kaplayan bir şey var mı ondan dahi emin değilim. Yani güçlülük gibi dışarıdan azda olsa değerli görünen tek özelliğimi de kaybedersem elimde pek bir şey kalmayacağı gibi, akıntıya kapılıp, başkalarının benim için karar alıp, bana şekil vermesi fikri iyice kendimi terketmeme yol açacak gibi geliyor. Bu yüzden 5 yıldır beni şekillendirmesine izin verdiğim insanla evlerimi ayırıp yalnız kalmaya başladım. Pişmanlık duyduğum 1-2 şey dışında hem aldığım karardan hemde 5 yıllık ilişkimin bu bölünmeden önceki ve sonraki hallerinden gayet memnunum filan. Neyse ama bu demek değil ki incelikler yüzünden kaybetmicem. Küfretsemde, pipimi karşılarına geçip sallasamda, orta parmak göstersem de kimse bunu yaparken kırma amacı güçmediğimi gayet iyi biliyor. Zayıf karakterlilikten ziyade koyun sürüsünün arasındaki inek gibi olmaktan gösterdiğim tepkiler tanıdık ama can acıtmıyor. Bokum bile onların sıçtığı boklar gibi çimlerden otlanırken zeytin çekirdeği gibi dişimin arasına takılmıyor. 

Ağzımda bok tadıyla şimdi istanbul senfoni orkestrası yaylılarını dinleyebilirsiniz. Yada özet isteyen gidip Skeleton Twins'i izleyebilir.