29 Mayıs 2013 Çarşamba

Kalypso'yla Yaşamak

Bana "sing in me muse gibi bir cümleyi kullanamayacağımı" söyleyen bir ilham perisine sahibim artık. Bir de kendisi Türkçe biliyor mu ona da emin değilim. Bugünlerde durum bu. Fazlasıyla kendi dilimden uzaklaşıp, yabancı bir dilin içine dahil oldukça, içimdeki cd-rom sanki tozdan çizildi diye  kesik kesik anlaşılmayan cümleler yazacak gibi oluyorum. Lakin "yazmaya değer" dediğim şeyler bana karşılığında not getirecek sınav kağıtlarına yada ödevlere dönüştü artık.

Şikayetçi değilim. 

Aksine uzun zamandır hiç olmadığım kadar üretken olduğum ilizyonuna kendimi bilerek kaptırıyorum. İçten içe çevremdeki insanlardan aldığım takdire kendimi bıraktığımı biliyorum. Bugünlerde en çok tekrar ettiğim söz "takdir edilmediğim yerde durmayı sevmiyormuşum ben" oluyor o yüzden. Şaşırtıcı değil, ancak bunu yaparken komik bir şekilde takdiri aldığım topluma karşı argümanlar sunmaya çalışıyorum. (Öyle zannediyor da olabilirim.) 


Parantez kullanmak yazış tarzıma değil, öğrendiğim tekniğe aykırı geliyor artık bu arada. O parantezin içinde bir sayfa numarası ya da bir yazar ismi olması gerektiğini kafamdan atamıyorum. İçinde yaşadığım çevreyle paralel bir şekle giren beynime söz geçirmem mümkün değil an itibariyle. 

'Her şeyin bir nedeni var' mottosu olmadan yapamadığım bütün çıkarımlarım, iyi ile kötünün, doğruyla yanlışın bir birinin içine bu kadar karıştığı, hatta neredeyse silinip gittiği beynimde, tam net bir karşılık bulamıyorlar. Örneğin kahramanların kendilerini adadıklarını zannederken, toplum için tıpkı koyunlar gibi kurban edildiklerini yazdığım zamandaki gibi belirtiğim her argümanın içinde belirgin bir nötrlük seziyorum. Evet bir şey söylüyorum ancak söylediğim şeyde "haklı haksız" gibi bir taraf, bir yan bulamıyorum.

Bu durumun verdiği rahatsızlık, taraflı bir şey söylediğimde hissettiğim zamankinden daha az diye şimdilik bu yolu seçmemde sakınca yok gibi görünüyor.

Bütün bunları neden söylediğime gelince; artık bütün bu blog boyunca yaptığım iç dökmelerinin, anlattığım bütün o durumların, anlamsızdan ziyade  fazlasıyla enerji harcattığını, yada "ayrıca bir vakit ayırmak" gerektiğini fark ettim. Buna isterseniz "sistemde yerini alırken harcadığın emekten arttıramadığın zamanından kaynaklanıyor" deyin, isterseniz "şimdiye kadar yazdıkların pek karşılık bulamadı" deyin, durum pek değişmiyor. Poe'nun bir öyküsünde Hegel'in düşüncelerini örneklendirmek için Hegel ve Poe okumak zorunda kalmam, ya da bütün bir dönem film izlemek zorunda olduğum bir ders olmasından tutun da bir filmi yorumlayabilmek için Tevrat, Yeni Ahit veya bunlar hakkında yazılan kitaplar okumam gerekmesinin dışında bütün bunları 'gevşek çizgilerle sınırlandırılmış' konular dahilinde yazmam gerekmesi, hem o içimden dışarı çıkmak isteyen 'yazma dürtüsünü' tatmin ediyor hem de bana, adını koyamadığım, başka bir şey daha yapıyor. 

Adını koyamıyorum çünkü beni değiştirmiyor. Evet, daha çok okudukça ve yorumladıkça beynimdeki sinirler daha iç içe geçmeye başlıyor ancak, ya ergenlik sonrası oluşumunu tamamladığını daha dün öğrendiğim 'insan beyninin gelişimi' yüzünden ya da 23 yılın sonrasında 'neleri yapabileceğimi ve yapamayacağımı' anladığımdan, hareketlerim de köklü değişimler olmuyor. (Birazdan olacaklar ise  toprağa konan kuş ölmediği sürece toprağa ne kadar kök salabiliyorsa o kadar köklü bir değişim benim için.)

Köklü değişimler geçirememek üzücü değil. Belki biraz. Çünkü bunca zamandır yapmaya çalıştığım benzetmelerimi (ya da her şeyi bir şeyle karşılaştırma alışkanlığımı) artık tek bir cümleye indirgenmeye başlayacağım: "Bu blogta şu ana kadar yazdığım yazılardaki gibi" ya da "eskisi gibi". Sırf bunu yapmamak için, evine döndüğü halde yerinde durmamasını ve deniz görmemiş diyarları dolaşmasını Odysseus'a söyleyen Teiresias'ı dinleyip, bunca zamandır bana yuvalık yapan ve uzun bir süredir geri dönmek için uğraştığım şu sayfayla biraz hasret giderip, tekrar yola çıkıyorum. Her ne kadar şu çağda, yakınında atom bombası patladığında şu resimdeki kadar gölge izi bırakan insandan daha az iz bırakacağımı biliyorsam da, Don Kişot'un ölüm döşeğinde başına gelen şeyin benim de başıma gelmemesini dileyerek bu blogun en son cümlesini de bu şekilde "bitiriyorum".