13 Aralık 2010 Pazartesi

Karımsı bişi.

Tanrım kendimi noel babanın tıkıldığı yuvarlak, içi su dolu şeylerde gibi hissettim şimdi. Yıllar sonra İzmir'e ciddi ciddi kar yağıyor. 

Ama tutmaz. Çift camlı pencereleri bile aşan çocukların şaşkın çığlıkları göğe ulaşıp tanrının kulağını tırmalasa bile tutmaz. Çamur olur kar olayım derken. 

Evrim yaşar.

Lapa lapa kar neymiş onuda az da olsa görmüş olarak kalırız bizde yalıtımlı, korunaklı, kirli pencereli evlerimizden.

Tabi yazının sonuna bile yetişemedi. Çok yorulmuş olsa gerek gökyüzü.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Boş.

Huzurlu ve korunaklı, sıcak ve derimi kan akışı durmuş bir ölünün derisine çeviren kuru havanın içinde ölümü düşünmek, ölümü dizilerden, filmlerden ve haberlerden izlemek artık 2 yıldır dinlediğim şarkıların verdiği hissizlik hissini vermeye başladı.

6 ayı geçkindir biriyle beraber olmanın getirdiği ufak tefek dezavantajları düşünüyorum o yüzden. Uyurken müzik dinleyememeyi, uyuma öncesindeki kıvranmalarını minimuma indirmeyi filan. Beynimi yoracak başka bir şeyim yok çünkü. Aldığımız siyam kedisinin her gün yaptığından farklı olmayan bir şekilde vücudumun her hangi bir kısmına dokunarak uyuması, evin asansör manzarası, national geographic'teki belgeseller vesaire, hepsi dün yada ondan önceki herhangi bir gün oluşturulmuş beynimdeki özel odalarına giriyorlar. 
Yani artık bu monotonlukta beynim kaybedenlerin mekan bellediği bir pansiyondan başka bir görev göremiyor. Tanrı bilir en fazla 3-5 odası var.

Ama neyse ki pansiyonun konukları yemeğe filan çıkıyorlar akşamleyin sevgilim eve geldiğinde. Böylece bir yaşlının çocuk gürültüsünden kurtulduğunda hissettiği tanrıya şükredici haline benzer bir şekilde mutlu oluyorum bende. 

Dinlenmenin yorucu halini bütün sinirlerim iletirken beynime, sıkıntıdan kek yapıyorum. Muffin benzeri filan. Tanrıya şükür malzemeler arasında söylemesini sevdiğim vanilin var. Yoksa gündüzleri façalıcaktım kendimi. 

Vaniline tutunan acıklı çocuk rolü, balkondan aşağı bakarken ağzından takma dişlerini düşüren teyzenin, yolda duran adamın ölümüne sebep olması kadar komik geldi. Ölen adam değil de kedi filan olsa hele de fare olsa o kadar komik olmayacak bir hikaye kadar komik yani.

Kedi olsa üzüleceğiz, fare olduğunda eh iyi olmuş en azından diyeceğimiz, ama adam olduğunda suratımıza yarım yamalak gülüşler yerleştireceğimiz hikayeler var dünyada. Hadi dünyada böyle ama Türkiye'dekileri düşününce karnım nedense fazlasıyla ağrıyor.

Örneğin dün televizyonda denk geldiğim kavramsal sanatçı Tahir filan. Hiç üşenmedim, videosunu aradım. Lakin kendisi eyes wide shut tan çıkmış gibi duruyor, bende bunu görmenizi istiyorum. 

Şarkı söylemek ve suratına maske takmak dışında başka bir şey yapmıyor. Ancak bu bile karnımı ağrıtmaya yeten bir durum. Sonra kanalı değiştirince The Hours'la karşı karşıya gelmek ise, insanda 40-50 yaşlarındaki amcalar gibi ne hale geldik tarzından iç çekmeme sebep oluyor. 

Her ne kadar size Tahir'in üzerine tıklayıp, videosunu izlediğinizde ne düşüneceğinizi söylemiş olsam da, o videoyu burada paylaşmak, benimde en az Tahir kadar türkiyeli olduğumun kanıtı. Bunu da yaptım ya, üzerime eşek işese de umurumda olmaz.

Kalın ince sağlıcakla.