2 Aralık 2012 Pazar

Her güne bir başlık.

Çatıda kaç tane güvercin uyuyor şu anda diye bir soru sordum kendime. Gözümü boklu tırnaklarıyla istem dışı tırmalayabilirler diye korkup kafamı sokmadığım o çatı kapısından içeri bakıp saymadığım sürece cevabını veremeyeceğim bir soru. Newton'un üçüncü kanunun sonucu olarak, bu sorunun cevabı bende hep bir tahmin olarak yaşayıp gidecek. Sabah güneşi İzmir'in kurak ve anlamsız dağlarının arkasından havayı grileştirmeye başlayarak yükselirken, uyanıp bir sokak arkadaki Kordon'da, şu anda yağmur yüzünden ıslanmakta olan ekmekleri yemeye giderken çıkardıkları kanat seslerinden yürüttüğüm sayı tahminleri hep havada kalacak. Yirmi tane? Kim bilir. Bu konuda bildiğim tek şey yaz olduğunda apartmanı kümes gibi kokmaya yetecek kadar fazla sayıda oldukları. Gerisi önemsiz.

Güvercinlerle ilgili başka bir şey söyleyeceğimi anımsıyorum. Yazmaya başlayalı sadece üç dakika olmasına rağmen "anımsamak"tan bahsediyorum. Uykusuzluktan olsa gerek. Yada şarabın midemi yakması dışındaki etkilerinden.

Londra'daki güvercinlerden mi bahsedecektim? Dünyanın en kozmopolit şehrinde garip bir kontrast yaratacak derecede zombiyi andıran güvercinlerden mi bahsedecektim? Zannetmiyorum. Kaşınmamdan bahsetme ihtimalim daha yüksek geldi. Lakin bugünlerde konu, çoğu zaman kaşınmam. Hakkında roman yazmayı bile düşündüğüm kaşınmam. Vücudumda yaralara sebep olacak kadar kaşınmam. Kendisinden bahsedildiğinde tıpkı bir partide seninle hiç iletişim kurmamış birini başka birine "Kim şu kız?" diye sorduğunda, ismi anılmasa dahi kendisinden bahsedildiğini anlayan kişilerin yüzünü sana dönmesi gibi, bacaklarıma kaşıntı getiren bu kaşınmam. 

Ama bu konuda da tanımadığım misafirin bize baktığını gördüğümde "Neyse bize bakıyor, önemli değil." dediğim gibi susarak başka bir şeye geçmem gerektiğini düşünüyorum.

Okuduğum şeylerden etkilendiğimden mesela. Bir dilimin olmayışından veya. Kendime has bir yazı tekniğini oturttuğumu düşündüğüm zaman iki yıldan öncesinde kalıyor oluşundan örneğin. Onu da iki üç yazı sürdürebildiğimi hatırlıyorum gerçi. Hal böyleyken her ne kadar kullandığım kelimeler benzer kalsalar da, kelimelerimi yerleştiriş biçimlerimin değişmesi aklıma bugün okuduğum bir cümleyi getiriyor: Herkesin içinde belirli bir sayıda kelime var. Hepsini kullanınca ne olacak?

Olan bu sanırım. Yeni olmayı geç, belirgin olmanı bile sağlayamayacak derecede değişkenlikler göstermek.

Bir önemi yok. 

Bugünlerde önemli olan aldığım notlarım çünkü. 

"Bir zamanlar sadece birer sayı kümesinden ibaret olan bu şeylerin, artık bla bla olması." diye bir cümle formatı var çoğu edebiyat eserinde kullanılan. Kullanırsam nasıl hissederim diye yazdım. İyi hissetmedim hiç. Sanki birer formülü uygulayan kimyacılar gibi hissettim kendimi. Okuduğum bölümde "Nasıl edebi eser yazılır?" sorusunun cevabını öğrenmeye çalıştığımızdan sanırım. "Rising action"lar, "climax"ler, "falling action"lar yada "internal veya external conflict"lerin "gerekliliğini" tartışmasak dahi onları olması gereken "kurallar" olarak benimsediğimden olsa gerek. Flashback yada foreshadowing yapamıyor olabilirim şu anda, ki o da yapabilecek bir şey yazmadığımdan olsa gerek. Sonuçta kim günlüğüne giriş gelişme ve sonuç ekler ki? Yada kim iç konuşmasında ilerde söyleyeceği şeylerin sinyalini verir? Yada kim iç konuşmasında sembol kullanır? Ben değil.

Pipim kaşınıyor ve buna karşılık gelebilecek hiç bir sembol aklıma gelmiyor. Sembol dediğim zaman aklıma gelen şey "masonluğun işareti"nden öteye bile gidemiyor. Bu kadar düz bir adamın kendisinden fazlasını beklemesine belki bir sembol verebilirim: Nah çeken bir sağ el. Baş parmak denmesi hiç bir zaman doğru gelmemiş parmağın, işaret ve orta parmaklarının arasından kendisini gösterdiği ve bunu yaparak vajinaya giren bir penisi sembolize eden eylem. Tıpkı vajinaya giren bir penis görüntüsünün heteroseksüel cinsel ilişkiyi simgelemesi, heteroseksüel cinsel ilişkinin de Adem ve Havva'yı, Adem'le Havva'nın da Tanrının yarattıklarını, Tanrının da insanın yarattığını sembolize etmesi gibi. Filan.

Nah işaretini insanın Tanrıyı yaratma eylemine bağladığıma göre dilimle beynim arasındaki bağın koptuğuna kanaat getirebilirim. Herkes hem fikirse iyi uykular. 

-Al bu da sana boktan bir bitiş cümlesi. 

Dedi.