28 Ağustos 2012 Salı

Aydentiti.

Kurgu yazamadığım ortada. Hayal gücüm, her zaman, izlediğim filmlerdekilerini kıskanacak kadar geride kalacak. Beynimi kaşındıran bir sorun değil bu. Bugünlerde neredeyse hiç bir şey sorun değil. Ne içtiğim soğuk suyun ardından gelen boğazımdaki tat, ne sönmeyip kendi kendine filtresini yakan sigaranın kokusu, ne sokaktaki travestilerin bağırışları, ne korna sesleri, ne sevgilimle yaptığım ufak tartışmalar... Hepsi radyo dalgaları kadar görünmez. 

"Şimdilik" demek geliyor içimden. Garip bir dürtü. İnsanların "Allah söyletti." diyeceği türden bir dürtü. Allah'ın bu işle alakası yok bu sefer. Konu korkular. Altından, tıpkı karınca yuvaları kadar derin bir şey çıkacağını zannettiğin ufak bir deliğin sebep olduğu korkular. Bunca sorunsuzluk, bunca yolunda gitme karşısında duyduğun ufak bir şüphe. Sonucunun karınca yuvalarının sonuna benzeyeceği açık bir şüphe. 

Çocukken belgesel izledikten sonra sokağa çıkıp, beton kenarında olmayan bir karınca yuvası aradıktan sonra, belki kraliçe karıncayı bulurum diye yuvadaki bütün karıncaları yok etmeme rağmen, sonunda çukur denilebilecek bir şeyle kala kaldığım zamanki gibi, şimdi, her şeyin yolunda olduğu bir zamanda, "eksik bir şeyler var" demek, bunun üzerine gitmek, ortaya çukurdan fazlasını çıkaracakmış gibi geliyor.

Her şeyi bok etme korkusuyla beraber, "belki ana kraliçeyi bulurum" düşüncesi, terazinin iki ucunda hiç kımıldamadan aynı hizada duruyor. 

Bir taraftan hiç olmadığım kadar iyi yerdeyken, bir taraftanda 17 yaşımda hissettiğim şeyleri artık hissedemediğimin farkına varıyorum. Sonra 17 yaşındaki kayıp halimin, şimdikine göre daha az tolere edilebileceğini hatırlıyorum. 


İnsan olmanın getirdiği bir şey mi bu daha fazlasını istemek? Tam kendini "olmuş" zannederken, elmanın içine çoktan girmiş bir kurdun deliğini sonradan fark etmek? Doksanların çocuğuyum diye mi bütün bunlar? Tüketime kendini kaptırıp, kendini tüketmeye başlamak mı? 

4-5 yıl önce Sartre okuduğumda hayatımda hiç bir zaman hissetmediğim kadar yoğun bir şey hissetmiştim. O zamanlar hayatın içime dolduğunu zannettiğim şeyin bir yerden sonra yerini aynı büyüklükte bir boşluğa bırakacağını bilseydim, gerçekten okumayabilirdim kitabı. Yada okurdum. 

Bütün suç Sartre'ın değil. 

O zamanlar kendime söylediğim bir şey vardı, her şeyin toplamıyla gelen bir yorumum vardı: "Dünyaya içi boş bir kutu olarak geliyorsun, yaşadıkça içini dolduruyorsun. O yüzden ne yaşadığın, ne kadar yaşadığın seni sen yapıyor." diye. 

Zannediyordum. 

Tıpkı seri katillerin arkalarında bıraktıkları DNA kalıntılarını fark etmemeleri gibi, bende o zamanlar (hatta şu ana kadar) o boş kutuyu, o kutunun şeklini, boyutlarını, rengini vesairesini gözden kaçırdığımı fark ettim. 5 yıldır yaşadığım onca şeyden sonra içi fazlasıyla gereksiz şeyle dolup, kutuyu görünmez kılacak kadar yığına sebep olacak bir taşmaya sebep olduğumun şimdi farkına varıyorum.

İnsanlara Can nasıl biri diye sorsalar, yığıntılarımdan ötesini göremediklerinden, "dolu çocuk" gibi bir yorum yapacaklarına adım gibi eminim. "Ama kafası karışık." diye de eklerler sonuna.

Bu zamana kadar yazdığım her şeyin bu yüzden olduğunu şimdi anlıyorum. O yığıntıyı azaltmaya ya da hiç olmazsa biraz düzene sokmaya çalışıyordum kendimce.

İşe yaramıyor. Kapasitenin alabileceğinden fazlasını yaşadığını anladıktan sonra, daldan dala atlar gibi yazmak, kendin dışında, burada seni takip eden herkese nasıl bir karmaşa olduğunu göstermekten başka bir halta yaramadığını fark ettiriyor adama. 

İnsanın sınırı yok diyebilirdim. Ama sonsuz parçalı bir puzzle bile, bitmeyecek olsa dahi, arada sırada kontrol ettiğin zaman bir şeye benzemek zorunda. Adanın tek sakini ben değilim. Kedimin (miyavlayan cinsten) bile benim ne olduğum hakkında hala şüpheleri varken, çevremdeki onca insanın bana baktığında gördüğü şeyin, karman çorman binlerce parça ve o parçalar arasındaki boşluklardan ibaret olması ve benim bunu şimdi görmem, "sınırsız yaşamak iyidir" sözünü benim için anlamsız kılıyor.

Bilmiyorum. 

Nasıl bir kimlik bunalımına düştüysem şu yaşta, gülesim geliyor. 

Ufak adamın ufak sorunları hepsi. Yaş 22 sonuçta. Hala daha çok küçük olduğum, denize atladığımda kayan mayomdan görünen parlak götüm kadar ortada.

Sonuçta kırışık yaşlı götü olmasından iyidir demi?