31 Mayıs 2012 Perşembe

Onyanya

Yüzümün dönük olduğu taraftaki neredeyse her şey sarı. Öyle ki arkamdan vuran ışıktan oluşan gölgem bile sarı oluyor. Bir odanın içinde, bir evde, plastik bir sandalyede boğulmak ne demekmiş öğrenmiş oluyorum.

Bütün bu sarılığı bozan tek bir renk var. Rakı. Onu da adabıyla içmek yerine, en alakasız müziklerle içip, bütün içine kafes gibi kapsadığı kavramları altüst ediyorum. Arabesk halini, efkar halini, keyif halini, meze halini sigara içmeyi daha bilmeyen bir çocuk gibi içime çekmeden havaya dağıtıyorum. Bütün bu olayların sonucunda rakı kolonyadan farksız bir şeye dönüşüyor.

Çocukken kolonya mı kolanya mı denileceğini bilemezdim. O yüzden kulağa hangisi doğru geliyor diye anlamak için art arda, ta ki kolonya yada kolanyanın ne anlama geldiğini bile hatırlayamayacak hale gelesiye kadar onlarca kez tekrar ederdim 2 kelimeyi. Benim için anlamını kaybeden ilk kelime o olmuştu.


Komik, bir şeye çok maruz kaldığında, anlamını yitirmeye başlamasını da bu şekilde öğrendim her halde.

An itibariyle bir arkadaş "tekrar yazabilmene sevindim" dedi, ben "ne yapıyorsun" sorusuna "bişiler yazıyorum" dediğimde. Şimdi de yazamıyorum. Bir şeyin anlamını yitirdiği filan yok ama ortada. Sadece yazasım gitti her halde.

"Yazasım" çöldeki toz fırtınasında tepelere doğru giderek kaybolmaya başlarken, bende kendimi Songs: Ohia'nın şarkısına bırakıp, internette yıllar sonra yapılan "bla bla lisesi 1985 yılı mezunları buluşma gecesi" kıvamında eski arkadaşlarla irtibata geçmeye çabalıyorum.

Belki biri bana kolonya mı kolanya mı ikilemimde yardımcı olabilir diye...

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Olmasa da olabilecek başlık.

Klavye bile büyük gibi geliyor. Tuşlar, tuşların çıkardığı sesler, masanın üzerindeki boşluk, duvarın yüksekliği, kapının yakınlığı, sırtımı döndüğüm odanın genişliği… Hepsi de bana bir “şey” geliyor.

Farklı değil. Yabancı değil. Yeni de değil.

Bütün bu şeylere, tanıyıp tanımadığına emin olamadığın bir insanın yoldan geçerken öylesine hatırlamaya çalıştığım gibi bakıyorum.

Taksiciye gayet rahat tarif edebildiğimden, evin bana yeni gelmediğini söyleyebiliyorum. Ama apartmandan çıkarken, bu parmaklarımın sayısından az geldiğim evin içinde yürürken, tuvalete giderken, yere düşen televizyon kumandasını almaya çabalarken, sigaramı nereye koyduğumu bulmaya çalışırken, sürekli olarak, yavaşlatan yada geciktiren bir durumla karşlılaşıyorum.

Çarpıyorum.

Duvara, sehpanın kenarına, koltuğun arkasına, kapının koluna, lavabonun çıkıntısına, sanki her hangi bir ergenin bir ay içinde 10 santim uzayan ayak ve kollarını, 10 santim kısa haliyle kullanmaya çabalarken bir şeylere çarpması gibi çarpıyorum.

Her çarpma sanki ufak ufak artan gerilim müzikleri gibi, bir öncekinden bir ton daha sinirlerimi bozuyor. Her sinirim bozuluşunda sakin kalmak için kendime verdiğim saniyelerde artıyor.
Sonunda bu saniyeler o kadar uzuyor ki, kendimi orada, o çarptığım noktada,  hiç hareket etmemek istiyorken buluyorum.
------------------
Bütün bunlar iki üç gün öncesinden kalma durumlar. Şu anda eve alıştığım söylenebilir mi bilmiyorum ama hangi günde olduğumuz konusunda bile şüphelerim varken, bu cümleleri kurmamın ne anlamı var, hiç bilmiyorum.
Horoza pek şaşırmamak gerek sanırım evin arkasında böyle bir manzara varken.
Yalnız kalmayı bu kadar sevmeme, şu anda kaldığım annemin evinde horozların gecenin ikisinde öttüğünü duymaya şaşırdığım kadar şaşırdığımı biliyorum ama. İzmir'in 40 yaşındaki amca gibi orta yaşlı göbeğini gayet rahat gören bir yerinde horozun ne aradığını ise pek düşünmemeye çalışıyorum. 

Lakin kapıdan geçip, sol koluma hafifçe dokunup, sağımdaki pencereden dışarı çıkan hava gibi düşündüklerimi buraya yazarken, içime dolan o duygunun damarlarımdan bütün vücuduma yayılmasına izin vermek iyi geliyor. 

Sanki bunca zamandır yalnızca bir penceresi açık kalabilmiş bir evmişimde, Çağlar'dan ayrılınca pencerelerden birini açmışım gibi geliyor. Sonunda ise annemin hep tembihlediği "cereyanda terli terli kalma" öğütü aklıma geliyor.

Terleyipde hasta olmamak için sakin olmaya çabalıyorum işte şu anda. Bütün olan bu.

Erik Satie eksik olmasın, pek yardımcı oluyor.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

otoburluk ürünü

Evet