Klavye bile büyük gibi geliyor. Tuşlar, tuşların çıkardığı
sesler, masanın üzerindeki boşluk, duvarın yüksekliği, kapının yakınlığı,
sırtımı döndüğüm odanın genişliği… Hepsi de bana bir “şey” geliyor.
Farklı değil. Yabancı değil. Yeni de değil.
Bütün bu şeylere, tanıyıp tanımadığına emin olamadığın bir
insanın yoldan geçerken öylesine hatırlamaya çalıştığım gibi bakıyorum.
Taksiciye gayet rahat tarif edebildiğimden, evin bana
yeni gelmediğini söyleyebiliyorum. Ama apartmandan çıkarken, bu parmaklarımın
sayısından az geldiğim evin içinde yürürken, tuvalete giderken, yere düşen
televizyon kumandasını almaya çabalarken, sigaramı nereye koyduğumu bulmaya
çalışırken, sürekli olarak, yavaşlatan yada geciktiren bir durumla
karşlılaşıyorum.
Çarpıyorum.
Duvara, sehpanın kenarına, koltuğun arkasına, kapının koluna,
lavabonun çıkıntısına, sanki her hangi bir ergenin bir ay içinde 10 santim
uzayan ayak ve kollarını, 10 santim kısa haliyle kullanmaya çabalarken bir
şeylere çarpması gibi çarpıyorum.
Her çarpma sanki ufak ufak artan gerilim müzikleri gibi, bir
öncekinden bir ton daha sinirlerimi bozuyor. Her sinirim bozuluşunda sakin
kalmak için kendime verdiğim saniyelerde artıyor.
Sonunda bu saniyeler o kadar uzuyor ki, kendimi orada, o
çarptığım noktada, hiç hareket etmemek
istiyorken buluyorum.
------------------
Bütün bunlar iki üç gün öncesinden kalma durumlar. Şu anda
eve alıştığım söylenebilir mi bilmiyorum ama hangi günde olduğumuz konusunda bile
şüphelerim varken, bu cümleleri kurmamın ne anlamı var, hiç bilmiyorum.
Yalnız kalmayı bu kadar sevmeme, şu anda kaldığım annemin evinde horozların gecenin ikisinde öttüğünü duymaya şaşırdığım kadar şaşırdığımı biliyorum ama. İzmir'in 40 yaşındaki amca gibi orta yaşlı göbeğini gayet rahat gören bir yerinde horozun ne aradığını ise pek düşünmemeye çalışıyorum.
Horoza pek şaşırmamak gerek sanırım evin arkasında böyle bir manzara varken. |
Lakin kapıdan geçip, sol koluma hafifçe dokunup, sağımdaki pencereden dışarı çıkan hava gibi düşündüklerimi buraya yazarken, içime dolan o duygunun damarlarımdan bütün vücuduma yayılmasına izin vermek iyi geliyor.
Sanki bunca zamandır yalnızca bir penceresi açık kalabilmiş bir evmişimde, Çağlar'dan ayrılınca pencerelerden birini açmışım gibi geliyor. Sonunda ise annemin hep tembihlediği "cereyanda terli terli kalma" öğütü aklıma geliyor.
Terleyipde hasta olmamak için sakin olmaya çabalıyorum işte şu anda. Bütün olan bu.
Erik Satie eksik olmasın, pek yardımcı oluyor.
0 yorumbik:
Yorum Gönder