14 Mayıs 2012 Pazartesi

Olmasa da olabilecek başlık.

Klavye bile büyük gibi geliyor. Tuşlar, tuşların çıkardığı sesler, masanın üzerindeki boşluk, duvarın yüksekliği, kapının yakınlığı, sırtımı döndüğüm odanın genişliği… Hepsi de bana bir “şey” geliyor.

Farklı değil. Yabancı değil. Yeni de değil.

Bütün bu şeylere, tanıyıp tanımadığına emin olamadığın bir insanın yoldan geçerken öylesine hatırlamaya çalıştığım gibi bakıyorum.

Taksiciye gayet rahat tarif edebildiğimden, evin bana yeni gelmediğini söyleyebiliyorum. Ama apartmandan çıkarken, bu parmaklarımın sayısından az geldiğim evin içinde yürürken, tuvalete giderken, yere düşen televizyon kumandasını almaya çabalarken, sigaramı nereye koyduğumu bulmaya çalışırken, sürekli olarak, yavaşlatan yada geciktiren bir durumla karşlılaşıyorum.

Çarpıyorum.

Duvara, sehpanın kenarına, koltuğun arkasına, kapının koluna, lavabonun çıkıntısına, sanki her hangi bir ergenin bir ay içinde 10 santim uzayan ayak ve kollarını, 10 santim kısa haliyle kullanmaya çabalarken bir şeylere çarpması gibi çarpıyorum.

Her çarpma sanki ufak ufak artan gerilim müzikleri gibi, bir öncekinden bir ton daha sinirlerimi bozuyor. Her sinirim bozuluşunda sakin kalmak için kendime verdiğim saniyelerde artıyor.
Sonunda bu saniyeler o kadar uzuyor ki, kendimi orada, o çarptığım noktada,  hiç hareket etmemek istiyorken buluyorum.
------------------
Bütün bunlar iki üç gün öncesinden kalma durumlar. Şu anda eve alıştığım söylenebilir mi bilmiyorum ama hangi günde olduğumuz konusunda bile şüphelerim varken, bu cümleleri kurmamın ne anlamı var, hiç bilmiyorum.
Horoza pek şaşırmamak gerek sanırım evin arkasında böyle bir manzara varken.
Yalnız kalmayı bu kadar sevmeme, şu anda kaldığım annemin evinde horozların gecenin ikisinde öttüğünü duymaya şaşırdığım kadar şaşırdığımı biliyorum ama. İzmir'in 40 yaşındaki amca gibi orta yaşlı göbeğini gayet rahat gören bir yerinde horozun ne aradığını ise pek düşünmemeye çalışıyorum. 

Lakin kapıdan geçip, sol koluma hafifçe dokunup, sağımdaki pencereden dışarı çıkan hava gibi düşündüklerimi buraya yazarken, içime dolan o duygunun damarlarımdan bütün vücuduma yayılmasına izin vermek iyi geliyor. 

Sanki bunca zamandır yalnızca bir penceresi açık kalabilmiş bir evmişimde, Çağlar'dan ayrılınca pencerelerden birini açmışım gibi geliyor. Sonunda ise annemin hep tembihlediği "cereyanda terli terli kalma" öğütü aklıma geliyor.

Terleyipde hasta olmamak için sakin olmaya çabalıyorum işte şu anda. Bütün olan bu.

Erik Satie eksik olmasın, pek yardımcı oluyor.

0 yorumbik: