31 Ekim 2011 Pazartesi

Al bana günlük.

Ayağıma soğuk vuruyor. Sadece bayramlarda yiyebildiğin Kent şekerlerinin tadı kadar tanıdık bu his. Ellerinin donmak üzereyken, sırf ısınmaları için yazmak, herkesin, evin önünde bekleyen travestilerin bile uyuduğu saatlerde göz yorup, uykuyu getirmek için, ufak bi tatmine ulaşmak için, yazmak... Tanıdık.

Ama eskisi gibi kolay değil.

Müzik bile beynimdeki aptal sessizliği dağıtamazken, blogger'ın değişmiş "yeni kayıt" sayfası, neredeyse ayna gibi yüzüme yüzüme vuruyor artık ne kadar boş olduğumu. 2 paragraflık düşüncelerimin ne kadar anlamsız olduğunu, geride kalan boşluğu ise nasıl dolduracağımı da siklemediğini söyler gibi.

Üstüne üstlük bir de içimi dökeyim derken, bardaktan beyaz gömleğe damlayıp, sadece gömleği değil bütün gününü kirleten o düşünce var. Bütün umutsuzlukların, anlamsızlıkların depresif bir kedi kusmuğunda vücud bulmuş hali gibi olan o düşünce. Kabullendiğinde bile katlanılabilir gelmeyen, iç tırmalayan, sinirden güldüren cinsten:


"Günlük mü yazıyorum?" 

Öyle görünüyor, o halde:

1 buçuk yıldır sevimli yanaklı, güzel popolu, sevgisini çocuklaşarak gösteren, beni dengeleyen, normalleştiren, yalınlaştırıp, her gece yarısında işten eve geldiğimde uykuya dalmış vücuduna her sarılmamda uyanıp öpen bir sevgilim var.

Zamanın nasıl geçtiğini hatırlamıyorum bile. Sanki babam öldü, ben onla tanıştım o gün ve bugün "olmuş" gibi.

Dünü, geçen haftası, geçen senesi birbirine karışmış...

Gece yazardım hep, soğukta, müzikle, ağlamaklı, kesik kesik gelen bir huzurla. Bu uyku düzeninin hayatımın şu anki dönemine sağladığı tek katkı, 4'e 5'e kadar çalıştığımda hala ayakta durabilecek güç verebilmesi oldu. O kadar.

Nasıl yapabiliyorum hala bilmiyorum. "3 buçuk aydır, bir barda garson olarak nasıl çalışıyorum?" diye kendime sürekli sorduğum soru, kendine dokunduğunda parmağındaki kırışıklıklardan başka bir şey hissetmeyen 70 yaşındaki bir teyzenin, "Ne ara yaşlandım ben?" diye sorması gibi geliyor. Ablamın dediğine göre işe devam etmemi sağlayan güç, işi sonunda bırakacağımı bilmemden geliyormuş. Başlamamı sağlayan güçte yetersizlik hissinden geliyordu.

Bu ne saçma şeyki, bütün olumsuzluklar bişeyleri olumluyor.

Her neyse.

Her gün, belki haftada 4, bilemedin 5, en kötü ihtimal 6 gün aynı yere gitmek, aynı yüzleri görmek, aynı işleri yapmak, yediklerine göre şekillenen bokun ne kadar değişik geliyorsa sana o kadar değişik geliyor 3 aydan sonra. Bazen bittikten sonra kaşındırıyor, bazen rahatça çıkıyor, bazen çıkmak bilmiyor, bazen fazla rahat çıkmaktan yıpratıyor. 

Buna alışma düşüncesinin korkunçluğu her zaman yanımdada değil artık. "Nasıl biriydim?" demenin anlamsızlığının aksine. 

Değiştim. Geçen sene sorsalar olmak istediğim, ama şimdi biraz sıkılmaya başladığım bişeye dönüştüm.

Ailemdeki herkesin dediği o "maymun iştahlı" olayına döndü gene.

Bütün bu karaladıklarımdan ziyade, yazabilmiş olmam bile bunun kanıtı niteliğinde.

Kim kanıt peşinde? orası belli değil.

1 yorumbik:

kukuletalı dedi ki...

senden ses duymayalı bir hayli olmuştu. ben "yeni ve yorgun sen"in söyleyeceği şeyleri duymak istiyorum.