11 Eylül 2016 Pazar

babam 

çok fazla kullanabildiğim bir kelime değil diye yazıp, bir kaç kez de ağlarken burnumdan kaçan yumuşak şeylerle kaplı boğazımdan, kendi kulağıma dahi duyulmayacak bir şekilde sesli söylemem gerek diye düşündüm.

çok kullansaydım bir şey değişir miydi? bilmiyorum. 

her yerimden zayıflık akıyor ve normal olmayanın zayıf olmadığını düşünen Can'a ne oldu bilmiyorum. 

ama insanın ömrü boyunca kullanması gereken 'babam' sözcüğünün bende gereğinden az kullanıldığını bazen ani ve sert, bazen de günlük yaşantın esnasında var olup giderken  bir sıra altında, yada metro koltuğunun kenarından elinde denk gelen başkası tarafından çiğnenmiş bir sakız kadar yumuşakça hissedebiliyorum. o zaman sanki diğer insanların geçmediği sıkıntılar için buna teşekkür etmeleri gerekiyor gibi geliyor. psikiyatristlerin, terapistlerin analiz etmeye çalıştığı insan salığında, bebeklikten yetişkinliğe kadar 'baba' kelimesinin ne kadar kullanılması gerektiği üzerine literatürde bir kaç kaynak olması gerek sanırım. doğal seleksiyonla elenmenin günah sayıldığı bir zamanda yaşamak zorunda bırakılıp milyonlarca işlev görmekte güçlük çeken insandan yalnızca biri olarak, 'tutukluklarıma' 'kusurlarıma' 'bozuk hallerime', yani kısacası varoluşumu hem kendim için hem de diğer insanlar için zorlaştıran herşeye neden-sonuç ilişkisi içinde bir neden arıyorum.

'bir' nedene indirgemek benden beklenmeyecek bir cahillik gibi gibi görünse de, tembelliğime bakıldığında çok şaşırtıcı durmuyor.

tembelliğimi bile o aynı 'neden'e indirgeyebilirim bu arada.

insan bir başladı mı duramıyor. 

seni sen yapan her şeyi, iyisi ve kötüsüyle herşeyi tek bir olaya ve onun sonuçlarına bağlandırmak bir bakıma hayata ananın amından değil de babanın ölürken kafatasından fışkıran beyniyle birlikte o delikten, bir yaratık gibi yeniden doğmak oluyor o zaman.

sanırım hinduların bahsettiği reenkarnasyon böyle bir şeydi. 

8 yaşımdan yaşımdan önceki halimle şu anki halim arasında bir bağlantı kurmamı sağlayabilecek tek yaklaşım bu. 

çünkü 26 yaşında, izmir'in bunaltıcı, çürük dişlerimin ağzımda her sabah yarattığı kokuyla şaşırtmayan bir uyumu olan havasından kaçıp geldiğim ankara'daki arkadaşımın dört metrekarelik odasındaki yatağın üzerinde, ailesiyle beraber müzik dinleyerek 41 yaşında (babamın öldüğü yaşa yakın) ölen bir transeksüele buruk bir sevinç duygusu duymamla başlayan ve anlam veremediğim bi ağlama krizine dönüşen o aptal yarım saat içinde bana 'acaba babam ne düşünüyordu mermi kafatasına girmeden önce' diye düşündürtecek kadar 'normal' insanların başına gelmeyecek bir olaya maruz kalmak bundan başka neyi gerektirirdi bilmiyorum.

gerçekten bilmiyorum. hayatım boyunca, cevabı kişiliğime dair bir ipucu verecek sorular sorulduğunda verdiğim cevap hep bu oldu. 

kusularınla barışmanın, derinlere inip seni travmatize eden olaylarla yüzleşmenin 'dönüştürücülüğü' bile bir anlam ifade etmiyor. 

ne kadar çabalarsam çabalayayım elimde kalan yine o delikten çıkan yaratık oluyor çoğu zaman.

işin garip tarafı bana bu, başkası okusa intihara meyilli diye yorumlanabilecek şeyleri yazdıran, teri yaz kasabalarındaki adını bilmediğim otlar gibi kokan o insan sayesinde ikinci reenkarnasyonumu yaşıyorum olgusuna kendimi kaptırmış durumdayım.

bu kadar rahat bir şekilde kendi gerçekliğimle ilgili içinden çıkamayacağım derinlikte sulara moron gibi hareketlerle atlamam bu yüzden olabilir.

ve sanırım, sırf başlangıç noktasını babamın kaza sonucuyla ölümü olarak aldığım için askeriyedeki sarı dosyalara vurulan damgalar gibi soğuk ve itici bi renkle 'işlev göremez' yazısıyla tanımladığım, beni 26 yaşıma getiren herşeyi yok edip arkamda bırakma isteğim buradan geliyor olabilir.

lakin bugüne kadar yakın çevremde bana benzeyen insanları bulmam konusunda, bir ucu bana öteki ucu da birlikte olmak istediğim insana doğru dönük pusula görevi gören karakteristik kusurlarım, amacına ulaştığında manyetik alanı şaşmış şekilde dönüp durduğundan artık işlevini yitirmiş ve çöpe atılabilirmiş gibi geliyor. 

ama bütün herşeyi geride bırakmanın mümkün olmadığının, reenkarnasyon diye bir şeyin annemin çocukken bize söylediği yalanlardan daha az masum olduğunu bildiğim kadar farkındayım. 

o yüzden terapiste para vermemek için yazarak kendi kendime belki aşarım diye düşünüp giriştiğim bu yazıya son vermek en iyisi. 

para vereceksem parmaklarımı ve gözlerimi yormanın bi anlamı yok. 

tembellik kraliçemiz, sen çok yaşa. 




1 yorumbik:

masal oku dedi ki...


bende makalenizi beğendim elinize sağlık
https://masallaroku.org/masal-nedir-masalin-ozellikleri-ve-turleri/