2 Aralık 2012 Pazar
Her güne bir başlık.
20 Kasım 2012 Salı
Mümüşteri
Diğer çalışanlar olmasa eğer, sırf gittikleri gibi küfretmediğimden akşama bir iki sivilce çıkartabilirdim ama neyseki iki-üç laf edip geride bırakabiliyorum çoğunu.
Hepsini değil. Lakin gelecek yüzlerce insanlar var. İşe gitmeyi zorlaştıran, beni bu yazıyı yazmaya iten şey de bu. Lakin gelecek müşterilerin gerginliği sırf suratımda kocaman bir sivilceyle dolaşmama sebep olmasın diye, işe gitmeden önce, tıpkı fındık fıstık yerken arada ufak bi çürüğü de yediğinde tükürürsen, öyle tükürüyorum.
"İşten memnunum aslında" dediğim paragrafı da bitirdiğime göre, "şimdilik" müşterilere hakaret etmeye ara vereyim. Tabi ondan önce, üç beş okuyucudan bir kaçı böyle müşterilerden ise ve gelip bana "müşteri daima haklıdır" diyecek gibi olursa, o tümceyi bitirmelerine izin vermeden, ağızlarında, onların bende bıraktığı tattan çok daha az iğrenç bir tat bırakacak götümü yalayabilirler. Aksine hoşuma da gider. Evet.
30 Ekim 2012 Salı
Yanıma gelip gelip konuşan çoccuklara.
19 Ekim 2012 Cuma
Karışık.
15 Ekim 2012 Pazartesi
116'ıncı kayıt namına.
Aslında hiç bir şeye şikayet etmiyorum bugünlerde.
Mesela derslerde sürekli olarak "edebi metinlere eleştirel yaklaşma" halleri olduğundan, buralar, okuduğum kitaplarla ilgili fikirlerle dolmayacak olsa bile, okuduğum şeylerin ve onlara yaklaşma biçimlerimin sözlüğüme gireceği gerçeği, nedense içimi, Dionysus'a tapan insanlar gibi kıpır kıpır ediyor.
29 Eylül 2012 Cumartesi
Yol.
Dönerken son bir kez Londra'ya baktı o. |
28 Ağustos 2012 Salı
Aydentiti.
25 Temmuz 2012 Çarşamba
Ergenliğe veda partisi.
Biraz daha açık olayım: 22 yaşımda tam ortasında, 3 yıldan sonra tekrar ÖSS tercihi yapıyorum.
Ve bu durum, "geç" kalmışlık hissiyle beraber, kendi adına ve kendi başına verdiğin, hayatındaki o ilk mantıklı kararın getirdiği "kaderini" yönlendirebilme hissi sayesinde, hormonsal olarak atlattığın ama duygusal olarak atlatamadığın ergenliğini, mjölnir'le vurmuşsun gibi, saniyeler içinde yok ediyormuşsun gibi hissetmene sebep oluyor.
Kullanıcısı olan tanrı gibi güçlü görünen o garip çekici kullandıktan sonra, ergenliğinden arta kalanlara bakmak, tadı çok güzel olmasa da açlığını bastıran yemekten arta kalanları, parmak ucunu yalayarak yapıştırdıktan sonra, ağzına atma çabana benzer bir çabaya itiyor insanı. Önceleri "aldığın kararların sonuçları" adlı tablolara bakmaya çabalasan bile görmeni engelleyen o ergenliğin cinsel arzulardan oluşan sisinin yerini, şimdi sigara dumanları kaplamaya başlıyor. Ama bunaltıcı yaz sıcağı yüzünden açtığın pencereler yüzünden, yıllar boyu dağılmayan o sislerin aksine, sigara dumanları saniyeler içinde dağılıyor.
Biraz daha sorumsuz, biraz daha umursamaz olmak, bilmemek, cahil kalmak da bir yol. Kimse elimden almış değil bu seçeneği. Ama ister kova burcunun etkisi olsun, ister beynimdeki saçma kimyasalların etkileşiminden, o ikinci seçeneğin var olduğunu bilecek kadar rahatsız edici derecede "bilmeyi" istiyorum.
Örneğin ileride yüksek lisans yapabilmek için 4 yıl boyunca not ortalamamı hep yüksekte tutmam gerektiğini, Alman Dili ve Edebiyatı yerine Amerikan Kültürü ve Edebiyatında okursam daha rahat iş bulabileceğimi, Alman Dilinde okurken neleri göreceğimi, Amerikan Kültüründe okurken neleri göreceğimi, nasıl hocalarla ne gibi şeylerle karşılaşacağımı veya ikisini de eşit derecede istediğimi, ikisinden de eşit derecede zevk alabileceğim yanlar olabileceğini biliyorum şimdiden.
Ama bu bekleyiş, bu belirsizlik, bu iki "eşitlik" yüzünden doğan ikilem, ne doğru düzgün yazı yazmama, ne doğru düzgün konuşmama, ne de doğru düzgün sevmeme izin veriyor. Bu birbirlerine iki zıt kutuplar olamayacak kadar benzerken bir taraftan da aynı kutuplar olamayacak kadar farklı olan iki şey, beynimin içinde sırayla dönüyor sürekli. Ve nasıl bir atomun iki elektronundan birini verirken hangisi olacağı konusunda söz hakkı yoksa, benimde şu anda bu iki tercihten hangisinin olacağı konusunda söz hakkım olmadığı gerçeği, gece vakti arabaya son anda bakan kedinin iki gözü gibi kendini gösteriyor.
Azıcık korkutuyor.
Sonuçların bir kaç hafta sonra açıklanmasına kadar geçecek süre boyunca, ipleri, tesadüfün, şansın, kaderin, kısmetin yada her ne haltsa onun eline bırakmak ise, (büyük laflar, küçük insanların küçük sorunları söz konusu olduğu zaman kullanılma eğiliminde olduğundan abartmak istemiyorum. O yüzden bu uyuzluğa eş duyguyu ne yaratırdı, biraz susup onu düşünüp bulmak için açtığım parantezi kapatıyorum şimdi.) sanki kedimi tanımadığım bir veterinere bir kaç günlüğüne bırakmak kadar sinirlerimi bozuyor.
Sonuç olarak tesadüfe devrettikten sonra boşta kalan elim, tutunacak bir şey arıyor. Benim durumumda, tutunacağım şey, bir yere yerleşeceğim garantisi oluyor. (Veterinerin kediyi öldürmeme garantisi) Striptiz yapacak kadar eğlenceli olmasa da güzel bir direk bu garanti. Etrafında iki tur atıp gelicem bir kaç aya.
24 Haziran 2012 Pazar
Hoş hava.
23 Haziran 2012 Cumartesi
Çürüm-ek.
22 Haziran 2012 Cuma
Mide yanmasını büydüğüme yormam. (Fala inanan Can başlığı.)
Çektiğim en güzel fotoğraf olduğunu düşündüğüm halde kimsenin tepki vermediği fotoğraf . |
17 Haziran 2012 Pazar
Konya ovasındaki sessiz gürültü.
4 Haziran 2012 Pazartesi
büyük tavsiyesi
Becerememek diye bir eylem var. Şuanda uyuma olayını beceremiyorken, aynı zamanda yazmayı da beceremiyorum mesela. Her ebeveynin ve onların yetiştirdiği geleceğin ebeveynlerinin ortak gerçeği olmuş olan; “hayatı deneyimleyerek öğrenmek”ten kaynaklanan bir becerememe durumu bu daha çok. Öyle bir formül ki bu deneyimleme olayı, sapma oranı %0.001 filan olabilecek derecede.
31 Mayıs 2012 Perşembe
Onyanya
14 Mayıs 2012 Pazartesi
Olmasa da olabilecek başlık.
Horoza pek şaşırmamak gerek sanırım evin arkasında böyle bir manzara varken. |
9 Mayıs 2012 Çarşamba
29 Nisan 2012 Pazar
Sanırım sevgilimin bardak altlığında Goya'nın resmi var.
23 Nisan 2012 Pazartesi
27 Mart 2012 Salı
tatlı.
25 Mart 2012 Pazar
Bunada şükür.
tasla yıkanır |
20 Mart 2012 Salı
19 Mart 2012 Pazartesi
Ne oluyor?
11 Mart 2012 Pazar
Beklenenin aksine bugün doksanlardan bir parça bile dinlemedim.
Nat: No, I don't think it does. Not for me, it hasn't - has gone on for eleven years. But it changes though.
Becca: How?
Nat: I don't know... the weight of it, I guess. At some point, it becomes bearable. It turns into something that you can crawl out from under and... carry around like a brick in your pocket. And you... you even forget it, for a while. But then you reach in for whatever reason and - there it is. Oh right, that. Which could be aweful - not all the time. It's kinda...
[deep breath]
Nat: not that you'd like it exactly, but it's what you've got instead of your son. So, you carry it around. And uh... it doesn't go away. Which is...
Becca: Which is what?
Nat: Fine, actually.
1 Mart 2012 Perşembe
Elimi yaktım.
Bir anda google'ın da neden üşendiğimi açıklayamayacağı kafama dank etti. Daha fazla uzatmaya gerek yok. Cümleyi.
28 Şubat 2012 Salı
Yazın Madonna konserine gitcek adamdan çıkan osuruk.
Theme Design By : Blogger Theme